Yaşamın esareti ...

Korku ve kaygı yaşamı tutsak alabilir mi ? Evet bunu da gördük...

download-2.jpg

Kıyameti kendisine senaryo yapmış filmlerde gördüğümüz manzaralar, sinema sahnelerinden inerek hayatlarımıza girdiler. Kapandık, saklandık, uzaklaştık, hırçınlaştık ve tuhaflaştık. Yıllar boyunca kendi özgün evrimi ile tasarımlanmış yaşam süreçleri karmakarışık oldu. Evler küçücük, kimisi için yalnız... Sokaklar bomboş, çoğu için yasaklanmış... 24 saatin yetmediği günlerden, 5-6 saatin bitmediği günlere düşüverdik.

Tuhaf bir merakla akşamları resmi bir açıklama bekliyoruz, Sağlık Bakanı’nın cümleleri ile günün sonunda kaç aktif hastaya ulaştığımızı bize bildiren. İyi bir şey duymak, cümle aralarından olumlu bir şeyler yakalayabilmek ve onun iki cümlesini 24 saat boyunca evirip çevirip bir anlama kavuşturacak, sayısız tartışmalara katılabilmek için.

download.jpg

En yaygın haberleşme ortamı olan ve önlenemez kirliliği ile her yangına körük tutan sosyal medya sayesinde, çevremizin büyük bir bölümü kıyamet tellallığına soyununca biz de başlıyoruz katılmaya o çığlıklara.

Hazırlıksız yakalanan yaşamın şehirlerdeki zorluklarına, sınır boylarındaki askerlerden moral mesajları geliyor... Her şey tepetaklak... Tek derdi huzur ve barış içinde yaşamak olana, ihtiyaç duyduğu sakinleştirici destek mesajları, amacı ellerindeki silahlar ile, mücadele ve savaş için eğitilmiş olanlardan geliyor. Bu ironi bile ne kadar tuhaf bir dönem yaşadığımızı bize anlatmıyor mu ? Çocukları “bu” dönemde askere gitmesin diye uğraşan bir toplumken, bir anda sınır boyları ve asker ocakları en güvenilir yerler haline geldi. İnsanlık itiş kakışı ve savaşı bırakmış en basit ihtiyacı olan “sağlığının güvenliği” için gözünü hastanelere ve aşıyı müjdeleyecek olan araştırma merkezlerine çevirmiş.

Kulaklarını kapatsan da, gözlerini yumsan da tüm bu düşünceler, sesler, haberler, bilgiler bir yolunu buluyor ve tüm duyularına hakim oluyor. En yapmak istemediğin şeyleri yapmaya başlıyorsun ve kapılıyorsun kalabalığın duygularına. Aklın direnebilmesi zorlanıyor.

download-1.jpg

Ruh sağlığını bozmanın etkili bir yöntemi, kontrol edemeyeceğimiz konular ile kendimizi fazlasıyla meşgul etmek. Bu yüzden de, doğru eylemlerde bulunmamızı sağlayacak bilgileri edinmenin ötesindeki, gereksiz “gündem takibi” psikolojimize iyi gelmiyor ve bizi yoruyor.

Evlere kısmen kapandığımız ve giderek daha çok kilitleneceğimiz bu günlerde, içinde bulunduğumuz sürece daha derin bir farkındalık ile bakıp, ruhsal kontrolü nasıl elimizde tutacağımızı keşfetmek, en doğru hareket tarzı olacaktır..

Bu dönemi daha kolay geçirmenin - yanlış anlaşılmasın, sorunun ciddiyetini küçümsediğim yok- bir yolu mutlaka olmalı diye düşünüyorum. Ama biraz zor, çünkü bizi sürükleyen akıntının dışına çıkmak zorunluluğu var.

Ben akıntını tersine yüzeceğim nasıl mı ?

images.jpg

Farkına varsak da varmasak da, istesek de istemesek de, kaygı ve korkunun yaşamlarımızı ele geçirme imkanını yaratmış durumdayız. Mahşerin bu iki atlısı; kaygı ve korku tüm yaşamımız boyunca bir adım arkamızdan yürürken, buldukları her fırsatı kullanıp önümüze geçmek ve bizi yolumuzdan, hedefimizden alıkoymak için beklerler. Her attığımız adımda ıslak nefeslerini ensemizde duymamız bizi çoğu kez dinç tutar. Ama bizi zayıf yakaladıkları bu anda aradıkları fırsatı biz bir gümüş tepside onlara sunuverdik.

İşte şimdi önümüzdeler... Ne yapıp edip tekrar öne geçmeliyiz.

Bu nedenle ilk yapmamız gereken şeyin bir yüzleşme olması gerekiyor. Öyle bir yüzleşme ki bizi çaresiz ve güçsüz hissettirecek, kolumuzu kanadımızı biraz kıracak. Yüksek sesle yapmamız gereken bir itiraf ile başlıyor bu yüzleşme. “Yenildim” diyor, ilk cümlesinde, “önüme geçmelerine izin verdim” diyor ikincisinde, sonrası sessiz edilen küfürlerle dolu... “Kaygıya ve korkuya yol verdim demek zorundayız”, “direnemedim önüme geçtiler” demeliyiz.

Yazımın ilk sayfası size bu duyguları yaşatabilmek içindi. Altüst olmuşluk duygusunu derinlemesine duymadan ayağa kalkmak kolay değil.

Yaşadığımız bu “travma” yı düşünmemiz lazım. Yaşam travmalarımız, stres düzeyimizi arttıran bir şey olabildiği gibi günlük rutinimizi bozan, bizi etkisine alan, kontrol edemediğimiz, beklenmedik şekilde gelişen ve bizlerin süreçlerini darmadağınık eden konulardır. Fiziksel bir zarar ile karşı karşıya bulunmak, çaresizlik hissetmek ve korku duymak ilk ve en belirgin kişisel travmalarımız iken; buna ek olarak yaşamın kendisine, vücudun bütünlüğüne, sevdiklerimize ve inandıklarımıza karşı olan tehditler de travmanın kontrol edilebilirliğini zorlaştırmaktadır. Sadece bizi ilgilendiren tehditler ile daha kolay baş edebilirken, ailemizi ve içinde bulunduğumuz topluluklara karşı oluşan tehditlerde kontrol zorlukları yaşamaktayız.

Literatür, travmalara verilen tepkiler için 5 Aşama bulunduğunu belirtiyor .

1. İlk etki : Bu aşamada kaygı ve korkular ön plandadır

2. Kahramanlık : Birçok kişi , felaketin sonuçları ve kayıplarla başa çıkmak veya durdurabilmek için fiziksel ve zihinsel olarak kendini tüketircesine çalışır.

3. Balayı aşaması : Hayatta kalındığı, özel veya kurtarıcıdan gelen yardımlar ve çözümler için minnettarlık yaşanır.

4. Uyanış aşaması : Kişi, kuruluş veya görevlilerin; yapılması gerekenleri zamanında yapmamış olmalarına duyulan öfke öne çıkar.

5. Yeniden yapılanma : Gerçekler belirginleşir, algılar normalleşir ve karşılaşılan problemin tekrarını engelleyecek sorumluluklar üstlenilir. Mücadele, tedavi, hesap sorma veya cezayı kesme zamanı... Sistemler de ancak bu aşamaya gelinebildiğinde değiştirilebilir.

Görüleceği gibi, insanlık tarihinin belki bu en karmaşık travmasından çıkabilmek için yol uzun ve çetrefilli. Henüz 1. Aşamasındayız ve 2. Aşamaya geçmiş olanlardan, bizler için kahramanlık bekliyoruz. İnşallah 3 ve 4’ü de göreceğiz ve 5’in de tadını çıkartacağız.

Ayrıca ne yazık ki, travmanın 5 aşamasını birbirine karıştırmak da pratik olarak hiç bir işe yaramıyor, yaramayacak. Bulunduğumuz aşamada suçlu aramak; sonrasına ilişkin prematüre çıkarımlarla, öngörüler veya sosyal düzen tahminlemeleri yapmak ya da çok erken sevinmek vs. Bu aşamaların hepsini hakkıyla yaşamak zorundayız.

Bu travmayı, “krizi fırsata çevirmek gerek” safsatasıyla yönetmeye kalkanlara da çok itibar etmemek lazım. Bu bakış açısı ile şu anki (ve eksik) 1. Aşama öngörüleri ile ancak karaborsacılık ve stokçuluk yapmanın yolu açılabilir. İş ve yaşamımızın 5. Aşama geldiğinde neye dönüşeceğini henüz bilmiyoruz ki fırsat hayalleri kurabilelim.

Bu nedenle; öncelikle tüm işimizin bu an için 1. Aşamadaki korku ve kaygı ile baş etmek olduğunu hatırlayalım. Buna gerçekten ihtiyacımız var ve olacak..

images-5.jpg

Bu yazımın devamı travmayı ev hapsinde geçirenler ve kahramanlığı bekleyenler için, çünkü bu sürenin ne kadar uzayacağını bilemiyor ve tehlikenin derinliğini kestiremiyor olmak bu birinci ve tutsak aşamayı zorlaştırıyor.

İlkel (sürüngen) beynimiz her tehditte olduğu gibi bize sadece “kaç”, “savaş”, “saklan” komutları üretmekte, kurulu fiziksel ve psikolojik dengelerimizi altüst etmekte ve travmaya karşı olan tutsaklığımızı başlatmakta. Bunu algıladıktan sonra ise neyi tercih ettiğimiz önemli hale geliyor. Çünkü sürüngen beynimizi yönetmeye çalışmak önemli bir tercih. Çünkü korku ve kaygıyı yenebilmek ancak tercih edilirse mümkün olabiliyor.

John Nash (1928-2015)

John Nash (1928-2015)

İstatistik modellerin ve virüsün yayılma algoritmalarının günlük yaşantımıza girdiği günümüzde bu oyunu kazanabilmek için aklıma doğal olarak John Nash’in Oyun Teorisi öngörüleri geliyor. Kazanan veya kazanacak öngörüyü/hamleyi yapabilmek için kurgulanmış “oyun teorisini” hatırladığım zaman, bana sunduğu daha ilk dersi ile yardımcı oluyor.

Oyun Teorisi ilk kural : “Kazanmak için; tutsak ve çaresiz bırakıldığın hiçbir oyunu oynama. Yapabiliyorsan, oyunun kurallarını boz.

İşte şimdi evlerimizde tutsak durumda tek seçeneğimizin korkmak, kaygı duymak ve beklemek olduğu bir dönemde ve Travmanın 1. Aşamasında çırpınırken, gerçekten kazanabilmek için ne yapabiliriz ?

Yaşamda her şey karşıtı ile hem mücadele içerisinde hem de onunla anlam kazanıyor. Aydınlık karanlıkla, gece gündüz ile, iyi kötü ile, eğitim cehalet ile nasıl mücadele ediyorsa korkunun ve kaygının da belalısını/baş edicisini bulmalıyız.

Biliyorum, bunlar yazıldığı kadar kolay okunmuyor, okunsa bile her zaman kolay anlaşılamıyor. İçinde bulunduğumuz “tutsak” 1. Aşamayı, lehimize çevirebilmenin veya etkisini azaltmanın tek bir yolu var.

images-7.jpg

Lütfen şimdi birkaç dakikalığına olsun Roberto Benigni ismini hatırlamaya çalışın ve kendisine Oscar kazandıran rolü içerisinde “Life is Beautiful” filmini hatırlayın. Savaş zamanı, ailesi ile birlikte toplama kampına giden ve oğlunu bu kampın gerçeklerinin dışında tutabilmek için kurguladığı hayal ve oyun dünyasını düşünün. Yapmış olduğu şey tam da belki bu gün bizlerin bu musibet ile mücadele ederken kendi sağlığımız ve direnme gücümüz için yapmamız gereken. Bu oyun ve farklı bakış açısı ile, kurtarıcı gelinceye kadar oğlunu savaş ve soykırımın etkisinden uzak tutmayı başarabilmişti.

Korku ve kaygı eğer bizim 1. Aşamada baş etmemiz gereken belalılarımızsa onları kendi karşıtları ile karşılamalıyız. Corona tehdidinin hayatlarımıza karşı çektiği korku ve kaygı kartlarının karşısına elimizdeki deste içerisinden iki-üç tane kart çekip öne sürmeliyiz. Bu kartlar Tutku, Olumlu/Pozitif Düşünce ve Yaşam Sevgisi olmalıdır.

Biz ve çoğu zaman tüm etrafımızdaki, sosyal medya üzerinden etkileşim içerisinde bulunduğumuz ve ne yazık ki yaşamakta olduğumuz toplumsal travmanın aşamalarını birbirine karıştırmış kalabalık; rafine bilgi eksikliğinin boşalttığı alana hücum eden büyük bir bilgi kirliliği içerisinde, panik yaşamakta ve bununla da kalmayıp dokunabildikleri herkesi bulundukları panik girdabının içine çekmeye çalışmaktalar. Bunun arkasında bir “kasıt” aradığım sanılsın istemiyorum. Ancak bu ilk aşamanın, bize biçilmiş kuralı bu.. Korkacak ve panikleyeceksin; üstelik de evinde bekleyeceksin.

Evimde beklemeye hiç bir itirazım yok ama korku, panik ve kaygı ile baş edebilirim. Ölüm korkusu ancak yaşam sevgisine odaklanarak yenebilir.

Roberto Benigni

Roberto Benigni

Roberto Benigni’ye Oscar kazandıran filme neden “Life is Beautiful” ismi verilmiş olduğunu düşünmek bile pozitif düşüncenin kontrol alanımızdaki yaşamı ne kadar güzelleştireceğini bize söylemiyor mu ? Yaşama olumlu bakabilmenin yolunu bulanlar için, travma ne kadar büyük olursa olsun içinde tutsak olduğumuz 1. Aşaması bile canlanabilir, şenlenebilir.

İlla, İtalya’daki insanlar gibi balkonlardan şarkı söyleyelim demiyorum ama korkuların esiri olarak, olası olduğunu düşündüğümüz veya düşündürüldüğümüz zararlara üzülmek yerine, gerçekten bu an ve burada olana sevinmek acaba şu an için yapabileceğimiz en iyi şey olabilir mi ?

Kendimizi ne kadar “olumlu” ve “pozitif” konularla meşgul edersek, unutmayalım ki, kaygılar ve korkular yaşamımıza girmek için o kadar zorlanacak.

“Korku ve kaygı yaşamlarımızı tutsak alabilirler mi ?” diye sormuştuk ilk sorumuzu. Evet ama biz istemezsek bizi tutsak alamayacaklar.

images-3.jpg

Şimdi eğer yazıyı buraya kadar okuduysanız, sizi sevdikleriniz ile bir arada tutan, uzun süredir vakit bulup da yapamadığınız işlerinize imkan veren, başlamaya cesaret edemediğiniz bir kitabı elinize aldıran, aramadığınız arkadaşlarınızı aratan, giymediğiniz kıyafetleri giydiren, uzun zamandır yemediğimiz kadar meyve yediren bu döneme teşekkür edin ve her fırsatta kahkaha atın.

İnanın, bakış açınız sizin bağışıklık sisteminizin bir parçasıdır. Pozitif düşünün ve aklınıza gelen negatif ne varsa virüsten kaçar gibi kaçın onlardan...