Bir aile büyüğümüz, Lord Tweedmouth

İki hafta öncesine kadar varlığından bile haberim yoktu, yaşadığını bilmezdim. Bizim ailemiz için ne kadar önemli olduğunu düşünmeye ve araştırmaya başlayınca, onu ansızın buldum.  

Yağmurlu havalara olan hayranlığım, Malt Whisky düşkünlüğüm, düğünümde tereddütsüz tercih ettiğim müzik, gayda tınısının beni çok etkileyen farklılığı, ekoseli döşemelere ve kimi geleneklerine olan kültürel kabulüm bile bana kendimi hiç bu kadar İskoçyalı hissettirmemişti. Belki de bulunca beni kucaklayan da bu oldu.

Bir yerlerimde İskoç kanı aktığını düşündüğüm zamanlar olmadı değil, kesin daha önceki yaşamlarımdan birisinde İskoç bir çiftçi idim, ama aile büyüğümüz Duddley Coughts Marjoribanks yani nam-ı diğer Baron Tweedmouth of Eddington hiç aklıma gelmezdi.

Kendisi ile yıllar sonra buluşmam, beni çok üzen bir olay ile başladı, bundan 2 hafta önce…

Ama önce size bu büyüğümüzü tanıtmalıyım, sadece benim için değil milyonlarca insan için o kadar değerli bir armağan hazırlamış ve sunmuş birisinin, sadece benim aile albümümde yaşaması pek adil değil.

Bu yazıyı okuyanları sıkmayacak bir şekilde onu nasıl anlatacağımı bilemiyorum ama, tek bildiğim şey hayatımızın son 11 yılını sadece bizi mutlu etmek için geçirmiş olanın hatırasını web sitemde hak ettiği yere oturtmak. Çünkü bu yazıyı yazmadan, başka bir şey yazamayacağım.

 

Aile büyüğümüz Sir Dudley Marjoribanks ve eşi Lady İsabel av merakı nedeniyle Londra’daki evine ilaveten Loch Ness yakınlarındaki Guisachan kasabasında, sonradan çok ünlenecek olan bir av köşküne de sahiptiler. Dönemin tüm diğer aristokratları, aydınları ve ava meraklı aileleri gibi onlar da kendileri için en mükemmel av köpeğini üretmek ve ona kendi isimlerini vermek suretiyle ölümsüzlüğün peşindeydiler. İskoçya ovalarındaki av merakı; av için dayanıklı ve pratik yönetime sahip köpekler istediği kadar, aynı zamanda aristokrat gelenek ve seçicilik nedeniyle güzel görünümlü, güvenilir, dost canlısı ve aile içinde yaşayabilecek köpeklerin de peşindeydi.

Lord Tweedmouth, 1865 yılında Brighton’da bir ayakkabı tamircisinden “Nous” isimli sarı bir Retriever satın alarak belki de farkında olmadan çok değerli bir hizmete adını yazdırıyordu. Nous, Haziran 1864 doğumlu, siyah bir ailenin tek sarı yavrusuydu ve ırkından renk açısından ayrıldığı için de pek sevilmiyor ve av için eğitilmiyordu. Ancak, Lord Tweedmouth, Wavy Coated Retriever, Newfoundland ve Irish Setter'in çaprazlanmasıyla üretilmiş olan "Nous" ‘un mükemmel bir yüzücü olduğunu fark edince, onu çok çabuk adapte olacağı av aktivitelerine taşır olmuştu..

Çok kısa bir süre sonra, Lord Tweedmouth, Nous’un tam arzu ettiği özellikleri taşıdığına karar vererek ideal eşi bulmaya çalışmış ve 1868 yılında "Nous", günümüzde soyu tükenmiş olan, Tweed Water Spaniel ırkı "Belle" isimli dişi köpekle çiftleştirilmiş.

Bu sevimli anne babadan 4 adet sarı dişi yavru doğmuş. "Ada","Primrose", "Crocus" ve "Cowslip" isimleri verilen bu dört yavru, Lord Tweedmouth'un "Golden Retriever"lerinin köklerini oluşturmuşlar.

(Tweed Water Spaniel, dayanıklı, gözü pek ve çoğunlukla toplayıp getirme işlerinde kullanılan bir ırk. Eski dönemlerde, İngiliz kıyı yerleşimlerinde halk tarafından her türlü deniz koşulunda kullanılmakta olan sert, kuvvetli ve kaba yüzücü köpeklerin soyundan gelmektedir. Tweed Water Spaniel, günümüz modern Golden karakterine zeka ve toplama yeteneğini kazandırmış.)
 

"Ada", günümüzde Golden çizgisinin başlangıcını oluşturuyor. Bu köpekler, Nous ve Ada,  Golden Retriever ırkının görünüşünün ve karakterinin 1920'li ve 1930'lu yıllarda tam anlamıyla yerleşmesine öncülük etmişlerdir.

Bugün ne yazık ailemizin bu parçasının kökeni ile ilgili tek bilgi, İskoçya'da , hala yıkılmamış parçaları ile ayakta duran ev kalıntısıdır. Her sene kendilerini anmak için o bölgede büyük buluşmalar ve anma toplantıları yapılıyor olması, şükran duygularının sadece biz Erim ailesine özgü olmadığının bir göstergesi olmalı.

Ben,  bizi İskoçya’ya bağlayan ve bu güzel ırkın en özel temsilcisinden bahsetmek istiyorum. 2006'da eve geldiği zamanlardaki, oğlumun “Arslan Kral” filmine olan bitmek tükenmek bilmeyen düşkünlüğü nedeniyle ismi Simba olarak kayıt edilmişti.

Bugüne kadar birçok köpeğim oldu, belki binlerce köpeğin de başını okşamışlığım ve karnını bir simit parçasıyla bile olsun doyurmuşluğum vardır. Ancak hiçbirisi bana, sadece sevgi ile beslenen Simba kadar dostluk, arkadaşlık ve güven vermemişti. Evden uzakta seyahatte olduğum zamanlar, ki bir tanesi 1,5 aylık uzun bir yolculuktu, evin kapısından hiç kalkmadan beni beklediğini , alışık olmayan dirseklerinin nasır olması açık etmişti. Nereye gidersen ayağının dibinde kendisine kıvrılacak yer bulur, birkaç dakikalık bir okşama için saatlerce gözünün içine bakar, bitmek tükenmek bilmeyen bir sabırla “ilgi” sırasını beklerdi.

simba.jpg

Karşına alıp da konuştuğun zaman kımıldamadan durur ve sana , hiç anlamasa bile, seni dinlediğini hissettirirdi. En büyük keyfi olan, akşamları televizyon, film seyrederken kucağımdaki yerini almak için bütün bir gün bekleyebilirdi.

Ne yazık ki, bizlerden daha hızlı yaşlanıyorlar veya bizlerden daha kısa yaşıyorlar. Arkalarından üzülmek, giderek açtıkları boşluğu doldurmak bütün aile için zor oluyor.

Sadece bizi değil, kendisini tanıyan herkesi üzen ayrılışı biraz apar topar ve hızlı oldu. Çok değil bir ay içerisinde.

Şimdi bu satırları okuyan ve benim bir köpeğin arkasından bu kadar çok şey yazmama bir anlam verememiş olanlar için de bir şeyler yazmak istiyorum.

Bana göre, insan sevmenin yolu hayvanlara saygı ve sevgi duymaktan çok uzak değil. Birisini yapamadan, öbüründe yol alamıyorsun. Bazı insanlarla aranda olan uzaklığın, bir hayvan ile arandakinden çok fazla oluşu işte biraz da bu nedenle. Kendisinden daha çok sizi seven tek canlı belki de köpeğinizdir. Bizler yaşamımız boyunca sevmeyi ve sevilmeyi hak etmemiz gerektiğini öğrenerek büyüyoruz. İnsan ilşkilerinin temelini de bu hak edebilme motivasyonu kurguluyor. Bu nedenle, bir köpek ile aramızda kurduğumuz bağ, bizim için hem daha zahmetsiz ve hem de başarı riski taşımadığı için daha garantili. Size arkanızdan tek bir kötü şey yapmaz, düşünmez. Ağzından kötü hiçbir şey duymaz, bir gün bile onu tanıdığınız için pişmanlık duymazsınız.

Hayvan sevmiyorsanız lütfen deneyin ve hiç yapmadığınız şeyleri yapın. Bir hayvanın başını okşayın ve gözlerinde size anlatmak istediği sevgi ve şükranı arayın, hemen bulacaksınız.

Bu satırları, hamasi ve sanki çok büyük laflar ediyormuşum gibi uzatmak da beni mutsuz ediyor.  Bir küçük canlının dostluğu inanın çok ama çok değerli. Çok az dostluk var şehir hayatında.

Lord Tweedouth’un İskoçya’daki evinden, bizim Beykoz’daki evimize kadar süren 150 yıllık serüveni sadece Simba için noktalıyoruz. Kızı Çakıl için, sevgi çıtasını çok yükselterek ve bir köpeğin sadece bir “köpek” olmadığını öğreterek gitti.

Kendisine nasıl veda edeceğimi düşünürken, İskoç genlerine hitap etmenin uygun olacağı düşüncesi ile onu biraz gaydalı anıyorum.

Hoşçakal Simba….