Korkunun ecel ile fayda ilişkisi

Belki de tam o beş dakikalık sürede karar verdi yapacağı mesleğe, korkudan titrerken karanlık hücrede. Yaşamı boyunca başedemediği en büyük, belki tek, korkusunun polis korkusu olmasına neden olan olay, 4-5 yaşlarında iken babasının onu üzerinde ne yazdığını bilmediği bir not ile mahalledeki polis karakoluna göndermesi ile ilgili idi. Notun içinde, “Oğlumu lütfen 5-10 dakikalığına hücreye kapatır mısınız?” yazıyor ve bize 1900 lerin başlarındaki eğitim sistemine ilişkin çarpıcı bir örnek sunuyordu. Babanın, küçük oğlunu cezalandırmak için seçtiği yöntem, “korku” üzerine dünyada üretilmiş en temel ve kapsamlı literatürün mimarını,  yaşamı boyunca “polis“ korkusu içerisine hapsediyor.

Sinema endüstrisinin, gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerinden birisi olarak tanınan Alfred Hitchcock’un (1899 – 1980) , çocukluğu ile ilgili birkaç tespit, onun neden “korku” üzerine çalıştığını anlatmaya yetebiliyor. En çok korkularını hatırlıyor, mülakatlarda kendisine “çocukluğu” sorulduğunda. Ya da belki de ona “çocukluğu” değil “korkuları” soruluyor ve bu anılar bu nedenle gün yüzüne çıkıyor, bilinmez..

Korkuyu nasıl keşfettin?” sorusuna verdiği cevap çok net. “Korku bana 3-4 aylıkken annem tarafından, hıçkırığımı geçirmek için ilk kez “böö” yapıldığında öğretilmiş olmalı. Sonrasında hıçkırığımın geçmesi nedeniyle gülümsemem ve annemin sonuçtan duyduğu tatmin, “korku” yu hayatıma sokmuş olmalı” diyor…

Bir mühendislik şirketinde pazarlamacı olarak çalışırken, başvurduğu bir iş onun hepimiz tarafından tanınmasını sağlıyor. İşi “Sessiz sinema başlık yazarlığı”, yani sessiz sinema zamanlarında filmin diyaloglarını yazma … Böyle giriyor önce sinema ve sonra da korku sinemasına, yaşamlarımıza..

Nedense korku konusunu içinde Alfred Hitchcock olmadan işleyemeyeceğimi düşündüm, çocukluk anılarımda en belirgin “korku sahnesi” olan “Kuşlar” filmini hatırlayınca. Sanırım ben de kendime "çocukluğum” ve “korkularım” sorusunu soruyorum ve aklıma ilk olarak resimdeki sahne geliyor. 

Alfred Hitchcock ve Kuşlar filmininden sonra, uzunca bir süre, gördükleri yerde kuşlar bana saldıracak sandım, rahat rahat oyun parkında salıncaklara yaklaşamadım, martı ve karganın resimleri bile yeterdi kan basıncımın yükselmesine. Baş edemedim, o basınç ve adrenalin ile, en kolayını seçtim… Korktum.. Tuhaf olan ise, benim kendilerinden bu kadar korkarak çocukluğumun en değerli saatlerini harcadığım, belki davranış ve hareketlerimi değiştirdiğim kuşlar, bugüne kadar bir saniye için bile bana yan gözle bakmadılar.

Bu konuyu ilk düşünmeye başladığım zamanlarda hep aynı noktada takılıyordum. Korktuğumuz “şey”lerin çoğunun hiçbir zaman gerçekleşmemesi ve onların sadece zihnimizdeki canavarlar olarak varolmaları. Hatta gerçekleşseler bile, kendilerini hayal ettiğimiz, kurguladığımız acı düzeyinin çok altında hissettirmeleri. Olabileceklerine endişelenerek sadece zaman kaybettiğimiz, korku ve endişelerimizin %90 ının asla gerçekleşmeyeceği sonucunun, biraz “söylemesi kolay” cinsten olduğunu kabul ediyorum. Ama bu %90’ın yerine koyduklarım benim bazı cevapları zorlamama yardımcı oluyor. Endişe ve korkularımızı, ilk hissetmeye başladığımız anlarda, kendimize onların sadece %10’unun gerçek olabileceğini hatırlatarak rahatlasak, inanıyorum ki birçoğu zihnimizde barınamayacak.

Korkuyu anlayabilmek için, belki de biraz derinlere inmemiz gerekebilir. Çözemediğimiz veya çözümünde zorlandığımız herşey gibi, cevap mutlaka derinlerde bir yerlerdedir. Bazen bakış açısını değiştirmek bile yetebilir.

En sonunda söyleyeceğimizi belki baştan söyleyebiliriz.

- Korkularımızın nedeni, kendimizi “yaşam”da değil “zihnimiz”de yaşatıyor olmamız olabilir.

Endişe ve korkularımız çoğu “… sonrasında” ne olacağı ile ilgili değil mi ? Korkularımızın hemen hepsi “sonra” da yaşıyor, ve gelecek ile ilgili.. Yani bulunduğunuz an içerisinde yer almayan şeyler.  “Ya kaybedersem”, “acı çekersem”, “unutursam”, terk edilirsem”, pişmanlık duyarsam”, “başıma bir iş gelirse”, “yapamazsam”, “başarmazsam” gibi örneğini yüzlerce arttırabileceğimiz ve bizi oyun parkımızdaki salıncağın demirinde bekleyen kuşlar. Dolayısı ile, “an” içerisinde varolmayan bir şeyden korkuyorsak, korku tamamen hayal ürünüdür dememizi ne engelleyebilir ?

Zihnimizin bir tarafı belleğimizi oluştururken, diğer tarafı da hayal gücümüzü barındırıyorsa, geçmiş ile geleceği acaba endişe ve kaygılarda buluşturuyor olmamız bize beynimizin bir oyunu mu?  "Eğer hayal dünyasında yaşıyorsan korkmak doğaldır, gerçekte ve şu anda yaşıyorsan korkuya yer yoktur" sonucu da kendiliğinden çıkıveriyor.

Korkular ve endişeler, etrafımıza sınırlar çizmemiz ve kendimize içerisinde rahat edeceğimiz alanlar yaratmak için kullandığımız can simitlerimiz. Bu sınırlar bizim yaşam alanımızı daralttıkları ölçüde başarılı da olurlar, ama gerçekte bizi yaşamdan korurlar, daha doğrusu uzaklaştırırlar. Kendimizi korku alanlarımıza hapsetmek, ya da korkmak tamamen kendi tercihimiz olabilir.

Tek teselli kaynağımız “ etrafımızdaki herkes bizim gibi” düşüncesi. Ama ne yazık ki, bu da gerçeği,  yani olmayan birşey nedeniyle acı çekmenin gereksiz olduğu tuhaflığını değiştirmiyor. Korku, yaşamın değil, hayal gücünün bir ürünü. Kendimizi “yaşama” , onun güzelliklerine köklendirerek, bilinç altının bize oynayacağı oyunların etkisinden uzaklaşır ve kaygı/korku/endişe sarmallarına neden olan vakit ve fırsat kayıplarını belki de yok edebiliriz.

Çok temel ve travmatik korkuları bir kenara bırakarak, ki onlar ile baş etmek çok zor olabilir, yaşamda bizi ençok oyalayan, meşgul eden ve yaşam ile aramıza giren “bilinçaltı” korkularımızın bazılarını  gruplayabiliriz;

Kaçırma korkusu .  Elimizdeki fırsatları harcamamıza neden olan en temel korku. Başka biryerde olabilecek daha eğlenceli ve anlamlı bir fırsattan, elimizdeki iş ile uğraşırken uzak kaldığımız kaygı ve korkusu. Seçimimizin yanlış olabileceği endişesinden beslendiği için de başedebilmek zordur. Yaptığımız iş ile, yani gerçek ile aramıza giren en büyük tehlike. Cep telefonumuzdan sürekli olarak e-mail veya sosyal medya takip etmenin arkasındaki neden ve günümüzün büyük bir bölümünü ve giderek tamamını kapsamaya başlayan verimsizlik girdabı. Ya kaçırırsak korkusu ile “an”ı kaçırttıran.. Kendimize yapacağımız ve bizi “yaşadığımız an”a döndürecek her telkin, yaşamı kaçırmamak için önemlidir. Başta, tüm fırsatları yakalayabilmenin imkansız olduğunu kabul etmeli ve yaptığımız işe odaklanarak onun hakkını vermeye uğraşmalıyız. Herşeye aynı anda sahip olamayacağını kabul etmek, sınırlı enerji ve zamanı etkin kullanabilmek için vazgeçilmezdir.

Sıkılma korkusu. Her ne kadar bu korkuyu veya alışkanlığı daha çok çocuklara uygun görsek de, yetişkinler günlük yaşamda daha sıkılgandır. Kendinizi yaptığınız işe ne kadar uzun süre ile odaklı tutabildiğinizi düşünün cevabı göreceksiniz.  Sıkılma, sürekli olarak bize alternatifler aratan bir açık penceredir, olmayan ve belki de olamayacak olanın peşinde bizi oyalayan. Sıkılma korkusu ile baş etmenin en kolay yolunun ise, ondan kaçmak değil, onunla kucaklaşmak olduğunu düşünüyorum. “Sıkılma” durumu etkili yönetildiği zaman içinde yaşanılan “an” ve “durum” ile ilgili çok değerli ipuçları barındırabilir. Yaşamımızda yapabileceğimiz tüm iyileştirmeler için “kanıksama” ve “sıkılma” aşamasına gelme ihtiyacımız olduğunu kabul edelim, bu aşamalar bizim “konfor alanımızın” sınırlarıdır.

Zorluklar ile karşılaşma korkusu. Neredeyse tamamı “gelecek zaman” da geçen bu korku, bekleyen zorluklar ile günü geldiğinde karşılaşma ihtimalini ortadan kaldırmadığı gibi, yaşanılan anı da zorlaştırabilme özelliğine sahiptir. Zorluk seviyesi yüksek olan işler ile uğraşmak, beceri seviyemizi yükseltebilmek için bize sunulan en temel armağandırlar. Bu zorlukları yenememe endişesini, kendimize ve becerilerimize olan güvenimiz ile “şimdiki zaman”da yenebiliriz. Zorlukları “ötelemek” değil, onları “an”ın işi haline getirerek kolaylaştırabilmek mümkündür. Unutmayalım ki, ötelediğimiz herşey kendisini katlayacak ve büyütecektir.

Tembel ve başarısız görünme korkusu. Hepimiz kabul etmeliyiz ki, “çalışkan olma” veya “çalışkan görünme” günümüzde bir “başarı” işareti olarak kabul edilmektedir. Buradan yola çıkarak, kendimizi olduğumuzdan daha meşgul olarak göstermeye çalışarak çok fazla gereksiz işi de üstümüze alırız. Başarı ölçütünü, kendimiz için belirlemediğimiz sürece de, bu yaygın/kabul gören alışkanlık bizim “yaşam” ile aramıza engeller biriktirecektir. Bu korku ile yüzleşmek ancak tembel ve başarısız görünmek konusundaki korumalarınızdan arınmak ile ve gerçekte “anlamı” olanlara yoğunlaşmak ile olabilir.

Yalnız olma/kalma korkusu. Yaşamın tadını çıkartmak için hep birileri ile beraber ve paylaşım içerisinde olmak gerektiğini düşünürüz. Aslında bir yere kadar da doğrudur. Tüm çocukluğumuz ve gençliğimiz, bize birileri ile birlikte “olma” durumunu aşılamışken, bu korkunun önüne geçebilmek kolay değildir. Yalnızlığın, kimi zaman bir ihtiyaç ve yüzleşme aracı olabileceğini düşünmek, onunla ve korkusu ile baş edebilmenin zorluğunu azaltır. “Yalnızlık”, kişisel olarak tanımlanması gereken bir durum olabilmeli, ve içinde kişisel “fırsat”lar barındırabilmelidir. Bu bir seyahat, bir dinlenme, bir kitap, bir film, bir şiir.. Herşey olabilir veya oldurulabilir. Yeterki bize kaygı yerine, heyecan verebilsin.

Sevilmeme korkusu.. Özellikle en sona bıraktığım korku.. Zira davranışlarımızda en çok yer verdiğimiz korkulardandır. Hayır diyememe probleminin ve etkinsizliğin en temel çıkış noktası olarak bile düşünülebilir. Zamanı yok eden ve onun etkin kullanımı önündeki bir bariyer. Bizi diğer insanların öncelikleri içerisine hapseden, ve onun için bizi kolay bir hedef haline getiren bir tuzak. Üstelik de sevgisinin azalmaması için “hayır” demediğimiz kişinin gözünde, giderek değerimizi azaltan bir sarmal. Başedebilmenin tek yolu “kabul sınırlarımızı” çizerken, sevilmeme riskini göze alabilmektir. Zamanımızın dümenine geçiyor olmanın vereceği mutluluk bu riski göze almamıza yardımcı olacaktır. Hayır dediğimiz insanlar, eğer uygun bir yöntem kullanıyor isek, çekindiğimiz tepkileri de vermiyor olacaklardır.

Sadece bu altı korkumuzun farkına varabilsek ve onlar ile başedebilme imkanlarımızı arttırabilsek, kazanacağımız “yaşam” zamanı çok büyük olabilecektir.

Tek hatırlamamız gereken şey, korkularımızın “an” da değil, gelecekte yaşadıkları ve gelecekten beslendikleridir. Karşılarında, bulunduğu zamana odaklanmış bir kararlılık dikildiği zaman güçleri yok olacaktır. Anı yaşamayı öğrenmek, korkulara karşı kullanabileceğimiz en büyük cephane olabilir.

Büyük korkular ise, durumun barındırdığı risk ile yakın ilişki içerisinde olabilir. Olayın taşıdığı risk, getireceği faydadan fazla ise, ister korkun ister korkmayın ama “kaçın” veya “uzaklaşın”. %50 den fazla değerlenen risk öyle veya böyle gerçekleşecektir.

Ama kaldırımda uyuyan bir köpeğin yanından geçer gibi yolunuza “kendi yaptığınız işe”, yani yürüyüşünüze odaklanarak devam edin. “Ya saldırır ve ısırırsa” diyerek yolunuzu değiştirmeyin. Çünkü o köpeğin size durup dururken saldırma ihtimali çok düşük. Boş yere yolunuzu uzatmayın.

Korku bir tercihtir ve yaşam kalitesinin önünde bir engeldir.  Korkularınızı korumak için nelerden vazgeçtiğinizi düşünün ?