Yarımın, yamalak ile buluşması...

Üzerimde bıraktıkları izleri açısından düşündüğüm zaman, tamamlamış, bitirmiş veya başarmış olduğum işlerin ön plana çıkacağını ne zaman beklesem, yarım kalan ne varsa öne geçip, beni şaşırtmayı başarmıştır. 

Yaşam, belki de bu yarım kalmışlık hissi üzerine kurulu gelişiyor. Hep senin içinde, seni kendisini tamamlamaya karşı arzu ve istekle doldurarak bekleyen bir his.

Öyle bir his ki, zaman zaman seni mutlu ettiğini bile düşünüyorsun, yarımlığı seviyor olduğunu çıldırasıya yadırgayarak.

Eğer bu satırları okuyor olsaydı hiç şaşırmayacak ve bu düşünceleri hiç yadırgamayacak olan ilk kişi büyük bir ihtimalle Bluma Zeigarnik olacaktı, ve hemen Viyana’da bir restoranda yemek yerken fark ettiği ve sonra da kendi ismi ile anılacak olan “etki”yi örneklendirecekti.

Bluma Zeigarnik (1900-1988)

Bluma Zeigarnik (1900-1988)

Gittiği restoranda otururken, garsonların siparişleri yalnızca servis süresince hatırlamaları, sonrasında hafızalarından siliyor olmaları durumu, Rus psikolog Zeigarnik’in dikkatini çekiyor ve bu gözlemden yola çıkarak “Zeigarnik etkisi” olarak tanınacak olan teoriyi geliştirmek üzere laboratuvar çalışmalarına girişiyor. Deneklerine araya girip bölebileceği çeşitli görevler veriyor. Bulmacalar, boncukları renklerine göre ipe dizmeler, boyamalar vb. bir sürü iş. Sonrasında, deneklerin hangi işleri daha çok hatırladıklarını araştırarak, yarım bıraktırdıkları ile bitirmelerine izin verdikleri arasındaki ölçümleri yapıyor. Beklediği üzere, yarım kalan işlerin hatırlanma sayısı, bitirilenlere oranla iki kat çıkıyor.

Konuyu biraz araştırınca aslında bu etkinin, sinema ve televizyon endüstrisi tarafından büyük bir keyifle kullanılıyor olduğunu da görmek mümkün. Filmin yarısında tam o haftaki bölümü sonlandırırken, ekrandaki eylemi; bir kaza, havadaki bir kurşun, açılan kapıda kim olduğunu görüleceği sahne, ya da benzer ve sonucu belirsiz bir sürpriz ile dondurmanın, izleyicide bıraktığı yarım kalmışlık etkisi ile izleme oranlarının arttığı biliniyor. Bir hafta boyunca veya bir sonraki bölümü görmek heyecanı zihni meşgul edecek ve filmde o donan eylem tamamlanıncaya kadar izleyici yarım bırakılmış olacaktır. 

Bugün bu etki, neredeyse tüm dijital reklamcı ve web-tasarımcıları tarafından büyük bir maharetle kullanılmaktadır. Yarıda kalan bir cümleyi tamamlamak için karşıdakine bir aksiyon aldırabilmek ve yarım kalmış olmanın motivasyonundan yararlanmak.

Ben bu yarım kalmışlık veya bırakılmışlık konusunun biraz daha derinine inmek ve orada dolaşmak istiyorum. Zeigarnik Etkisinin peşrevi sonrası kendimi Heideger ile Sartre’nin aralarında oturuyor bulmak istiyor gibiyim. Çok varoluşçu, anlayacağınız...

Yurtdışında, kimi önemli ressamların eserlerinin arasına yerleştirilen, onların yarım kalmış eserlerini de izlerken yaşadığım deneyim geliyor aklıma. Karşılarında, “bu tablo acaba nasıl bitecek, nasıl tamamlanacaktı?”yı merak ederek daha çok vakit harcadığımı hatırlıyorum. Birçok ünlü ressamın eskiz defterleri tam da bu söylediğim etkiyi bırakır üzerimde. İster istemez, ressamın yerine geçiveririm bitirmek için. 

Uçak dergilerinde yarım bırakılmış bulmacayı tamamlamaya çalışmak kadar tuhaf,  başkasının yarımlığı üzerine bir “tam” inşa etmek kadar yararsız bir şey olabilir mi ?

Neden daha heyecanlı “yarım”lık. Acaba yarımlığı biz tercih ediyor olabilir miyiz ?

Yarım olmanın tarif edilemez hafifliğine saklanabilmek, nereye doğru “tam”lanabileceğini bilememek, işte bizi uyanık ve dikkatli tutan, gelişim ve eğitime aç-susuz bırakan bu olabilir mi? 

Sen “bu”sun veya “bu olacaksın” diyene hafifçe tebessüm edebilmek, geldiği noktadan daha çok gideceği veya bulacağı noktalar ile heyecanlanan bir merak. 

Heideger’in, “var olmak gerçekte bir şey haline gelmek sürecidir” tespitini haklı çıkarırcasına aramak ve asla bulmamak, tekrar tekrar bulmamak üzere aramak. Varoluşu, esneyebildiğin ve uzayabildiğin şeklin ile anlamak ve tanımlamak. “Var” olmanın ötesinde, ne geçmiş ne de gelecek hiç bir anlam ile kendini baskı altına sokmamak. Sınırsız ve koşulsuz bir kabulleniş ile sadece “var” ve “olmak”… Kendi tamlığını ve bütünlüğünü aramak ve merak etmek, her yere kök bırakıp, dal uzatmak…

Varlığına, gelecek ile ilişkilendirmek suretiyle bir anlam kazandırabileceğin yanılgısından kurtulabildiğin anda, salt bulunduğun anla tanışabilmeyi başarabiliyorsun. Ve işte o andan itibaren “sen”, o noktadan itibaren “var” olmaya başlıyorsun. 

Varlığımıza anlam kazandırma çalışmamız, Sartre sayesinde, var olmanın boşlukları ile tanışabilmek ve o boşluklardan rahatsız olmamayı başarabilmek ile başlıyor. Herhangi bir şeye, bir başkasına benzeme gayreti ve bu özenmenin bizi yoldan çıkartıcı tuzaklarına düşmeden, sadece “ben” olmaya çalışmak için ve kendi özgün tamlığımızın hayalinin peşinden koşmak, etiket ve kalıplardan uzak durarak. Var olabilmek ancak ona yani “var olacak olana” anlam katabilmek ile mümkün. 

Kim olduğumuz değil, kim olacağımıza odaklanmak. Çünkü kim olduğumuzu bize, “ne yapacağımız” belirleyecek. Ve henüz bitmedi, çünkü yarım…

İşte tam da bu yüzden seviyorum yarımlığı… Bana bir karamsar gibi kim olduğuma, ne olmakta olduğuna, nereye varmış olabileceğime odaklanmak  ve mutsuz olmak yerine; bir iyimser gibi ne olabileceğime ve ne olabileceğine odaklanma şansını veriyor, henüz keşfedilmemiş mutluluk fırsatlarıyla. 

Her şey bitti, sona geldik !”, “Kaçalım kurtulalım!” düşüncesi, bardaklarının tamamını dolu zannedenler için endişe, kaygı ve korku dolu olabilir. O bardağın yarısını boşaltmadan, ve içine koyulabileceklerin fırsatı ile buluşmadan nefes almak zor olabilir. Unutmamalıyız ki, iyimserlik ve karamsarlık birer sonuç değil, sadece birer tercihtir. 


Yarım yamalak” sözünü bugün anladım. Çünkü “yamalak”, tamamlanmayı isteyen ama bir türlü parçaları birleşmeyen, bütüne varmayı hem arzu eden, hem de ondan kaçan, tamamını yaşamak isterken zorluklarının arasında kendini mutlu hisseden ve onlardan kurtulmayan anlamı taşıyor. 

Şimdi lütfen bir kaç dakika için arkanıza yaslanıp, hayatınız boyunca yarım bırakmış olduğunuz işleri, yaşamınızda henüz tamamlanmamış şeyleri düşünün. Biraz beklerseniz, teker teker sıyrılıp gelecekler zihninizin derinliklerinden. Onları oradan siz çıkartmazsanız, kimse bulup çıkartmayacak. Siz hatırlamazsanız, kimse hatırlamayacak. Ama emin olun, siz onların tamamlanmış halini çok merak ediyor olduğunuz ve sizin için çok değerli oldukları için orada sizi beklemekteler. 

Bir kez daha deneyin, en kolayından başlayıp bitirmeyi. Sadece kendiniz için. Biterse yenisini alın. Baktınız ilerlemiyor, bırakın dursun ama atmayın asla. Unutmayın hayatınızda kalan ne varsa yarım, siz osunuz. Siz, biz, sen, ben, o, yarım bıraktıklarımızın tamamlanabilme fırsatı ve seçenek zenginliği ile mutlu, ve yaşamla dolu oluyoruz. Ne ise ve her nerede ise, o şey, hep yarım ve eksik kalmalıdır. Mutluluk ve var olmak ancak o zaman mümkün olacaktır. 

Sonunda da, kim bilir belki o gün geldiğinde, “en iyisini yaptım, daha iyisi olamazdı…” diyerek, yarım bir tebessümle veda etmek mümkün olacaksa, bunu yarım bıraktığımız işlere borçlu olacağız bizi ömrümüz boyunca sağlam, istekli, meraklı ve ayakta tutan.