Bilgisizlik Arayışı...

Kendisinden önceki bilim insanlarını yüceltirken Isaac Newton, “daha uzağı görebilmem, devlerin omuzda duruyor olmamdandır” diyordu. Newton’un , 1676 yılında Robert Hooke’a yazdığı bir mektupta kullandığı cümle, daha sonra bilim dünyasında “devlerin omuzunda yükselen cüceler” metaforu olarak yaşayacak ve dünyanın belki de gelmiş geçmiş en zeki insanı Einstein tarafından da kullanılacaktı. 

İddia ediyorum ki, Einstein’ın bu metaforu tekrarlarken andığı kişinin adı,  günümüzde “dünyanın gelmiş geçmiş en büyük fizikçisi kimdir ?”  sorusuna verilen cevaplar arasında geçmeyecektir. Isaac Newton ve Einstein isimleri en önce hatırlananlar olacaktır. 

Einstein’ın, kimin omuzundan güç aldığını ve sayesinde daha ileriyi gördüğünü bilmek, belki de sadece bu yüzden önemlidir.

Onun çalışmalarını, 48 yıl süren yaşamı son bulurken bıraktığı yerden Hertz ve Marconi devam ettirecek, öldüğü 1879 senesinde dünyaya gelen Einstein ise teori fiziğini taçlandıracaktı. 

Şu an hayatımızın en merkezinde oturan, onlarsız bir dakika bile yaşayabilmenin imkansız olduğunu bize düşündüren, tüm buluş ve teknolojiler; geriye dönülüp araştırıldığında, bundan 160 sene önce, onun merakı sayesinde başlayan bir sürecin sonucudur. Kendilerinden öncekilerden etkilenerek ve öğrenerek üreten bu dahi bilim insanları ile günümüze taşınan buluş ve ilerlemeler sayesinde tadını çıkarıyoruz yaşamın. 

James Clerk Maxwell (1831-1879)

James Clerk Maxwell (1831-1879)

O olmasaydı , Einstein yine doğacak, ama bilimsel olarak kat ettiği yolu alması kendi yaşamında mümkün olamayacaktı. Belki de insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en zeki bilim adamı olarak üretebilecekleri çok eksik kalacaktı. 

Bu nedenledir ki Einstein onun kendisi ve buluşları üzerindeki hakkını hep teslim edecek, omuzunda durduğu dev olarak hep onu hatırlayacaktı, James Clerk Maxwell

Evet, çağımızın buluşlarına 25-30 yıl kazandıran ve evimizdeki televizyon, mobil telefon, internet, teknolojilerin keşfini 2000li yılların başına çekilmesini sağlayan Maxwell . Hepimiz şu an aslında onun omuzları üzerinde duruyor olabiliriz. 

Fizik ve Matematik öğrenmek üzere Cambridge Üniversitesine girdiğinde 19 yaşındaydı ve henüz öğrencilik yıllarında, “renkli görebilmenin” fiziği konusuna merak saldı ve deneylerinde ilk renkli fotoğrafı çekti. 

24 yaşına geldiği zaman, tüm bilim alemi kendisi ile tanışmıştı bile. Bu tanışma, Satürn’ün etrafındaki halkanın katı ya da sıvı olamayacağı, bu halkanın ufak kütlelerden oluşma zorunluluğunu ispatlayan teorisi üzerine olacaktı.

25 yaşında ise kendini, elektrik ve manyetizma konularına adayacak ve kendisinden önceki Faraday’ın prensiplerini bugün geçerli olacak açıklamalara kavuşturacaktı. Bulduğu ve kendi ismi le anılan denklemleri ile daha önceleri elektrik ve manyetizma olarak ayrı ayrı anılan konuyu “elektromanyetizma” olarak bilimsel olarak birleştirecek ve Alman Fizikçi Hertz’e devredecekti.

Günümüzde bizim için en önemli olan tüm teknolojik kazançların altında yatan elektromanyetizmayı ve radyo dalgalarını bulduğumuz andan itibaren, şu an elimizde tuttuğumuz akıllı telefon, tablet, veya karşımızdaki bilgisayar ekranı ve internetin, yaşamımıza denk gelmesini sağlayan Maxwell’e şükranlarımızı sunmalıyız. 

Yanlış anlaşılmak korkusu ile tekrar yazma zorunluluğunu hissediyorum. Yokluğunda, bu buluşların asla gerçekleşemeyeceğine değil, sonuçlarının bizim dönemimize denk gelecek şekilde, teknolojik gelişimin öne çekilmesine yaptığı katkıya işaret ediyorum.

Maxwell olmasaydı bizim nesillerimiz teknolojiyi 30-35 sene geride yaşayacaktı. Şu an belki evlerimizde televizyon yerine daha çok radyo dinliyor olacaktık ve internetsiz yaşayacaktık. Cep telefonu yerine ceplerimizde jeton taşıyacaktık. Sosyal medya, on-line alışveriş, internet bankacılığı, ile tanışmamış olacak, bugün 2-3 dakika içerisinde yaptığımız işlemler için 2-3 saat harcıyor olmak bizi şaşırtmayacaktı.
 
Bu örnekleri arttırabilmenin ne kadar kolay olduğunu gösterebilmek için burada duruyor ve gerisini okuyanların hayal gücüne emanet ediyorum. Sadece 30 yıl öncesini düşünün ve o günün teknolojisine hapsetmeyi deneyin kendinizi. 

IBM firmasının Kişisel Bilgisayarı yeni bulduğu günlerdesiniz, henüz mobil telefonlar bile deneme safhasındalar, oyun konsolları ortalıkta henüz sürünüyor, kalem ve kağıt çok satanlar arasında. 

 

 

Ya bilgi... İşte bana  en çok dokunan da bu... 

Bundan 30 yıl öncenin “bilgiye ama sınırsız bilgiye ulaşabilme” imkanlarını düşününce, çok geriye düşüyorum. Bilgiyi, sana sunulduğu kadarı ile sınırlamanın ürkütücülüğünü ve eksikliğini hesap bile edemiyorum. 

Bir de bulunduğum günden ileriye bakıyorum. “Bilgi” bugün bile bize yetmiyor. Bilişim ve iletişimden hala, önümüzdeki 100 yıla gecikmeden şekil vermesini bekliyoruz. İnsanlığın gelişmesiyle birlikte, önüne dizilen engel ve sorunlar azalacağı yerde artıyor. Enerji, iklim ve çevre sorunları bir taraftan, şiddet, savaş ve düşmanlık bir diğer taraftan nasıl çözülebileceği belirsiz onlarca hayati engel. Bir taraftan bilim, tarihi boyunca hiç hızlanmadığı kadar hızlı keşfederken yenileri, öbür taraftan 3. Dünya savaşının çıkma ihtimalini konuşuyoruz. Ok yaydan çıktı çıkacak. 

Düşünürler, acilen yeni bilgilere, yöntemlere, teknoloji ve kuramlara ihtiyacımız olduğunu, aksi halde 21.yy’ın ikinci yarısında gezegenimizin yaşam koşullarının çok zorlaşacağını söylüyorlar. 

Ne kadar ironik değil mi ?.. Bir taraftan 30 yıl öncenin bilgi seviyesine gitmekten ürken ben, aynı zamanda daha çok bilgiye acilen kavuşmak zorunluluğunu yaşayan bir dönemde bulunuyorum. İnsanlık geliştikçe, daha hızlı bir şekilde geriye gidiyor gibi. Hızlandıkça yavaşlayan, koştukça duran, ittikçe çeken, kovaladıkça kaçan, buldukça arayan durumunda yaşamak. 

Bilgi ve bilim, hiçbir koşul olmadan, insanı, insanlığı ve yaşamı kutsal sayan bir çerçevede oturmadığı sürece, yaşamın devamını sağlayan dünya kaynakları ortak paylaşılamadığı sürece ve belki de insanlık tek bir yüce değer etrafında buluşmadığı, yaşamın tek ve vazgeçilmez koşulu “barış” olmadığı sürece bilemeyeceğiz aşağıdaki sorunun cevabını. 

 

30 yıl geride yaşamak mı, yoksa 30 yıl ileride olmak mı daha huzurlu ? Babalarımızın, dedelerimizin günleri mi sizin olsun, yoksa doğmamış torunlarınızın mı ? 

Gidişat iç karartıcı... İnsanlık deneyimi, tarihi boyunca hiç olmadığı kadar çaresizliğe koşturuyor kendisini, “ilerlediği” yanılgısı ile. Düşmemek için daha hızlı pedal çevirmek gerek diyenler, bisikletten inmeyi akıl edemedikleri için. 

Şimdi size bırakıyorum Maxwell’i. Onun önünde saygı ile eğilmek de mümkün, onun doğmuş olmasına isyan etmek de...