Bekleneni beklerken...

Tam kıyısında olduğunu düşün...

images-1.jpg

Ya çok yaklaşmışsın, ya da çok uzaklaşmış...Öyle ki, ayakların biraz daha gidecek yer bulamıyor. Parmaklarının ilk boğumlarının altında sadece boşluk kalmış. Tam kenarındasın onun ve her şeyin. Gitsen gidilmiyor, kalmak imkansız. Yani olmak ve “tam kıyısında”lığı yaşamak... Nefessiz kalarak.

Bu kalakalma halinin yandaşı olarak tam bir kopuşun simgesidir gözleri kapatmak. Ancak saklanılabilir hayattan gözler kapanınca. Görmeyince, sanki kimse de seni görmüyor sanırsın ya, işte tam öylesi bir sığınma durumu göz kapaklarının arkasındaki karanlığa.

Kenar; seni yürüyemez ve utançtan bakamaz hale getirdiği zaman, ellerin iki yana açılacaktır ilk geleni kucaklamak, her neyse ona sarılmak için. Kollarının ne kadar uzun ve parmaklarının ne kadar fazla olduğunu ilk defa düşüneceksin, boşlukta onun gelmesini beklerken.

Gelmediği olmadı, her bekleyen onu buldu. Kimi az, kimi çok bekledi.. Ama buldu. Sen de bulacaksın. Tam da o kenarda iken gözlerin kapalı, kolların açıkken...

Onu en önce, vücudunun en pasif parçası hissedecek, hafifçe salınarak. Saç tellerin fark edecek geldiğini . Sonra tenin ürpererek karşılayacak onu ve burnun kokusunu arayacak büyük bir istekle.

İşte tam o anda, önce yavaş sonra hızlı;  ama hep huzurlu ve serin, yakalanacak ve teslim olacaksın ona... Yüzyılların Boreas’ına...

Unknown-1.jpeg

Bilim sonradan onu, basınç farkı nedeniyle yükseğinden alçağına doğru yer değiştiren hava diye açıklasa da sen Boreas’ı, Deniz tanrısı Poseidon’un oğlu, tüm rüzgarların tanrısı Astraeus ile Şafak Tanrıçası Eos’ın oğlu olarak bilecek ve ona kısaca Poyraz diyeceksin.

Ege’ye can veren kuzeyli ve serin bir rüzgar olduğu için diğer tüm rüzgarlardan yeri hep ayrı olacak senin için... “Ona Bora demesini ben de bilirim bilmesine de, Poyraz kadar içten söyleyemem. Lodosun cehennemden, poyrazın cennetten geldiğini duyarak büyüdüm”... diyeceksin

Çünkü gözlerin kapalı, ellerin yana açık ne zaman buluşsan onunla, sana Ayvalık’ın çam kokusunu, sabah esintisini ve iyot kokusunu taşıyacak, bulutları önünde bir koyun gibi güderken, fonda bir Cunda motorunun patırtısı ile.

Her yelkencinin sevdiği bir rüzgar vardır.. Kimisi orsa sever, kimisi pupa, kimisi dar veya geniş apaz... Ben ise kendimi bildim bileli rüzgarım karşıdan gelsin isterim. Orsa’ya sevdalıyım. Rüzgar; en durgun havada, tam da vazgeçip yelkenleri toplayıp motoru çalıştıracakken yüzüne karşıdan sürününce açarım kollarımı iki yana, sarılırım ona..

Bana hep yeni şeyler getirebilmesi için sanki karşıdan gelmesi gerekirmiş gibi gelir. Beni arkadan gelecek ve ittirecek bir rüzgardansa, beni mücadeleye davet edecek bir kafa rüzgarı heyecanlandırır.

Boreas.jpg

Mitoloji, edebiyattan uyarladığı kadın karakterleri resmetmesi ile tanınan İngiliz ressam John William Waterhouse, 1903 yılında Boreas’ı (Poyraz) çizmiş, onu rüzgarıyla sarsılan bir genç kız olarak hayal etmiştir. Eleştirmenler; kadının barut renkli mavimsi bir rüzgarda, pembe bir nergis çiçeği gibi savruluyor olmasından doğabilecek zarafetinden çok, rüzgarın savurucu şiddetine karşın, yüzündeki melankolik ifadeyi tartışmışlardır. Belki de Poyraz’a en uygun durumu da böylece bulmuş oluyorlardı. Evet Poyraz en düşündürücü, melankolik ve özlenen rüzgar olabilir miydi ?

 

download.jpg

Ancak Türk Edebiyatının öyle özel bir sayfası var ki; konusu rüzgar olan bir yazının uzak duramayacağı veya kaçamayacağı, başlığında büyük harflerle Sabahattin Ali yazıyor

Rüzgar isimli şiirinde tam da ne demek istediğimi öyle güzel anlatıyor ki lütfen kulak verin ona, okuyan büyük Edebiyatçı Salim Rıza Kırkpınar’ın sesinde.

 

 

Sonu o kadar anlamlı ki, tam buraya tekrar kayıt düşüyorum...

"Düşmanıyım ben de cılız güzelliklerin, 

Rüzgar! Bu dağ başlarında çırpınan serin

Kanatların gökyüzünde akan bir seldir, 

Bana kudret ve cesaret veren bir eldir. 

Beşerlikten uzaktayım senin ülkende, 

Senin gibi azamete aşığım ben de. 

İşte Rüzgar! Senin gibi ben de deliyim. 

Islıklarım senin gibi inlemelidir, 

Herkes beni ürpererek dinlemelidir. 

Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim."

Kimine göre rüzgar adalettir, kimine göre şefkat. Kimi onda sevgiyi bulur, kimi hasreti. Kimi kucaklaşır onunla çocukluğuna sarılırcasına, kimi ise durumundan kurtulurcasına. Kimi onda gücü bulur, kim güçsüzlüğü. Kimi için o bir sevgidir, kimisi için bir tutku. Kimi için umuttur, kimi için vazgeçiş. Onu tutan olmadığı için henüz, bilinmiyor tam olarak ne olduğu.

İşte bu Haziran gününde, Poyraz ve rüzgar bana eski enerjimi taşıyor yeniden, özgürlük, mutluluk kokusu ile  dopdolu. Yürüyebileceğim en uç noktaya kadar yürüyorum onu kucaklamak için.

Man-standing-on-cliff.jpg

Şimdi tam orada ve kıyısında olduğunuzu hissedin. Ayak parmaklarınızın yarısının boşta olduğunu düşünün ve kendinizi artık olabileceklerin kıyısında hayal edin. Gözleriniz kapalı, kollarınız açık olsun. Önce bir saç telinizde sonra teninizde hissedin olanı ve olmakta olanı...

Öylece kucaklayın geleni ve gelmekte olanı...

Her neyin rüzgarı ise.... Adını siz koyun ve “Rüzgar! Sana, yalnız sana benzemeliyim” diyerek gülümseyin...