Kopernik'in Peşinde Değişimi Aramak

İnsanın evrene bakışı ve içinde kapsadığı yer ile ilgili olan bütün gelişimin Nicolas Copernicus (Kopernik) (1473–1543) ile başlamış olduğunu söylemek, bu konu ve çevresinde söyleyebileceğimiz tüm konuların yolunu açması bakımından önemlidir.

Almış olduğu kilise eğitiminin, hukuk ve tıp bilgisinin yanısıra kendisinden sonraki yüzlerce yıla damga vurduracak kadar gelişmiş olan merakı, onu çağının çok ötesinde bir matematikçi ve astronom haline getirmişti. Doğaldır ki, kendisini sınırların ötesinde düşünmeye yönlendiren birçok gökbilimci ile çalışmış olması, açtığı veya başlattığı dönemin en büyük avantajı olmuştur.

Kopernik, bilim tarihine Kopernik Prensibi veya Kopernik Teorisi olarak geçen ve o zamana kadar geçerli olan kabullenişin aksine, dünya ile diğer gezegenlerin güneş etrafında döndüklerini öngören Heliosentrik (Güneş Merkezli) prensibi geliştirmişti.

Ancak, kendisinden yüzlerce yıl önce yaşamış olan Claudius Ptolemy'nin (MS.90-168) Geosentrik (Dünya Merkezli) evren prensibinin, Katolik Kilisesi tarafından adapte edilmiş ve kilisenin tüm dünyevi açıklamalarını etkilemiş olması, Kopernik’I korkutmuş ve bu buluşunu duyurmasını engellemiştir.

Kopernik devrim niteliğindeki buluşunu ve bu konuda yazmış olduğu kitabını (De Revolutionibus Orbium Coelestium) yayınlamak için ömrünün son günlerini beklemek zorunda kalmış, papanın izin vermesi sonucunda kitabını ancak 1540 senesinde bastırabilmişti. Ve ne yazık ki, sonuçlarını ve tetiklediği farklılıkları görebilecek kadar yaşamamıştı. Ama astronominin yeni sayfasını açmıştı.

Bu yenilik kendisini tam olarak açıklayabilmek için bir 150 yıl daha beklenmek zorunda kaldı. Zira gezegenlerin yörüngelerinin daha iyi gözlemlenebilmesi için Galilei’nin teleskopu keşfetmesi (hayatı pahasına) ve insanların güneşin etrafında dönen bir dünyadan, nasıl olup da düşmediklerini açıklayacak olan yerçekimi kanunu için Isaac Newton’un beklenmesi gerekecekti.

15. yüzyıla kadar, yani Kopernik’in Teorisine kadar kendisini evrenin ortasında sanan insan, artık bir başka ve kendisinden çok daha büyük bir bütüne ait olduğunu anladığında evrene ve bilime sorduğu soruları derinleştirebilmiştir. Zira kaynak yer değiştirince belirsizlikler çoğalmış görünmektedir.. Bu sorular bugün bile artarak devam etmekte, bilim bütün enerjisini yeni yeni yanıtlar bulmak için kullanmaktadır.

Bugün, 7-8 yaşındaki bir çocuğa kalem kağıt verdiğimizde, ve bize “Güneş Sistemini” çizmesini istediğimizde, hızlıca yaptığı bir çizim için, Kopernik’in ölüme yaklaşmayı beklemesi, Galilei’nin ölümü göze alması, Kepler, Descartes ve Newton’un eksik parçaları tamamlaması 150 yıl almıştır.

 

 

Kopernik bu büyük buluş zembereğini kurmakla ve bugünkü fiziğin, kuantumun ve belki de tüm “aydınlanma”nın düğmesine basmıştır.

Bu konu içerisinde doğal olarak bizleri düşündürmesi gereken şey, aslında sadece evrenin merkezinde bulunmayışımız değil. Biliyoruz ki, günümüzde artık Helisentrik yasalar da yeterli değil. Çünkü dünyanın merkezde olmamasına ilaveten, güneşin de evrenin merkezinde olmadığını artık biliyoruz. Güneş sistemimizin içinde yer aldığı galaksinin evrenin merkezi olarak kabul edilen noktadan 27,000 Işık Yılı uzakta olduğu tahmin edilmekte ve bu mesafe her geçen gün evrenin büyümesine/genişlemesine uygun olarak artmakta. Üstelik, bu evreni milyonlarca galaksi ile paylaşıyor olduğumuzu bilince de, aslında kendi hiçliğimize de adım adım yaklaşmış oluyoruz.

Bütünün merkezinin uzağında ve küçük bir parçası olmanın, yaşamlarımızdaki anlamı doğru farkedebilmek açısından faydalı olduğunu düşünüyorum. Bizler için 80-90 yıl süren bu yaşamın, “bütün”ün süreçleri içerisinde ne kadar hesap dışı ve “ihmal edilebilir” olduğunu bulmak için kalem kağıda bile ihtiyaç yok. (Yine de kağıt kalem derki : Güneş sisteminin içinde yer aldığı Samanyolu Galaksisinde Güneşin (ve dolayısı ile dünyanın) bir tam tur dönüşü 255Milyon yıla karşılık geliyor. Dolayısı ile güneşin perspektifinden dünyaya ve 80 yıllık insan ömrüne baktığımızda ömrümüz güneş saatiyle sadece 8 saniye sürüyor.)   

Yaşamlarımız, evrenin akışı içerisinde bir “an” bile olamazken onun değeri daha da farklı hale gelmiyor mu?

Konuya bir başka yönü ile bakmak ve Kopernik’in kurduğu zembereğin hakkını vermek istiyorum. Ama bunu yapmadan önce, aşağıdaki soruların cevaplarını arama konusunda dürüst olmaya karar vermemiz gerekecektir.

·      Yaşamlarımızı, bizim dışımızdaki herşey bizim etrafımızda dönüyormuş gibi bencilce kurgulamanın önüne geçebilir miyiz ?

·      Çalışma, sosyal ve aile yaşamlarımızda yörüngemiz nedir ?

·      Bir bütünün parçası olarak yaşamımızı devam ettirmek ve göreceli olarak onu daha basit ve az yorucu bir hedefe oturtmak, üstesinden gelebileceğimiz bir zorluk mudur ?

·      Bütün evrenin yükünü taşımamayı becerebilir miyiz?

·      Doğruyu görmek ve konuşmak için, Kopernik gibi yaşamımızın sonunu beklemek yerine, şimdi ve şu an önce kendimizle yüzleşebilir miyiz ?

·      Benim günümü gecemden ayıran ve etrafında yörünge oluşturduğum değerlerim nelerdir?

·      Saatimin son dakikalarında, pişmanlık yaşamamak için, bugün harcadığım zamanlara neleri sıkıştırabilirim ? Bugün ihmal edip yapmadığım, neleri yaparsam, yaşamım daha fazla anlam kazanır?

Bu soruları uzatabilmek mümkün. Ama en önemli kabulleniş, evrenin ve zamanın akışı üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığını fark etmekle başlıyor. Bize merkezinde yaşarken 80-90 yıl gibi gelen süre, çok küçük bir parçasını oluşturduğumuz sistem içerisinde, başka bir merkez zamanı ölçtüğünde, sadece 8 saniye sürüyor.

Gerçek zamanda, farklı referans ve merkezde çalışan bir saat, bizi ölçmüyor bile… Sadece 8 saniye yaşıyoruz.

Uluslar ve milletler olarak 400-500 yıllık tarihlere/medeniyetlere bakınca, yine bulduğum süre 1 dakika bile etmiyorsa, o zaman neden bu hırslar, kavgalar, savaşlar ve paylaşamamalar?

Bize bu kısa süre için verileni tertemiz tutmak ve bozmadan bir sonrakine bırakmak bu kadar mı zor? Yaşam süremizi abartmamız ve onu “kendimizin merkezinde oturduğu” ve “içinde bizden başka kimseye yer olmayan” bir “fırsat” olarak görmemiz değil mi aslında, bütün zorlamaların kaynağı? Evrende kapsadığımız alan ve süre bu kadar küçük ise, kendimizi neden ve hangi hakla daha üstün görebiliriz ki ?

Şimdi lütfen, bir süreliğine gözlerinizi kapatın ve lütfen hayal edin, ve kendinize şu son soruyu sorun.

-“Ben istersem neyi değiştirebilirim ve onu istememin önündeki engeller ile başetme becerim ve gücüm var mı?

İnanın, keşfedeceğiniz en küçük yenilik ve farklılıklar, bizlerin sembolik 8 saniyemizi çok ama çok değerli kılacak…

Bütün bunları yaparken, mezarı Polonya’da Frombrok kilisesinde 2005 yılında keşfedilen ve kitaplarının arasından çıkan 500 yıllık bir saç telinin DNA eşleştirmesi ile ispatlanan Kopernik’i de saygıyla analım.