Özgürlüğü Ararken.... Haruki Murakami

Kendisi ile çok yeni tanıştım ve henüz 3-4 kitabını uzun ve uykusuz geceler boyunca, onun kalemini kovalarcasına okuyabildim. Hani, ne kadar kitabı varsa ve her ne yazmışsa okumak istedikleriniz vardır ya, işte tam öyle bir yazar Haruki Murakami (1949-). Çağdaş Japon yazarları arasında belki de kendisini en çok dünyaya tanıtan ve sevdirenlerden birisi.

Kolay inşa edilemeyecek metinleri, büyük bir beceri ile birbiri ardına sıralarken, hikayelerinin örgüsünü harikulade işlerken, kolay anlaşılamayacak birçok şeyi siz tam anlamışken aniden bitirivere, umursamaz ve oldukça sıradışı bir yazar Murakami. Tutkunlarının çok olduğunu bildiğim için de, bu tespitlerimi çok dikkatle yapmaya gayret ediyorum. Zira Murakami’nin herhangi bir kitabından aynı şeyi anlayabilen iki kişiye rastlanmış olabilme ihtimali bence çok düşük. Bu nedenle de bu Murakami’nin tılsımı her okuyana farklı parlayabilir.

Acı kaçınılmazdır ama acı çekmek bir seçim meselesidir. “ cümlesi ile başlayan birkitabı ile kucaklaştım en son .

Yaklaşık altı aydır yeni yeni kapıldığım koşma arzusu bir anda derin bir anlam kazanıverdi , “Koşmasaydım Yazamazdım” kitabıyla, aramızdaki yazar-okur ilişkisini çok ötelere taşıyan bir duygusal ortaklığı keşfedince.  Alışılagelmiş kitaplarının çok dışında, içerisinde, kayıp kedi, gizem, kaybolmak, klasik müzik gibi ortak kod ve yazım öğelerini barındırmayan ve sadece kendisini ama salt kendisini tanımamızı sağlayan bir küçük kitap.

Kitabı okurken, koşarken içimde kopan fırtınaları birisi ile paylaşıyor olma mutluğu ile tanışıyor, “demek ki” yalnız değilmişim duygusunu besliyorsunuz.  Ve bir anda farkediyorsunuz ki, aslında konu “koşmak” değil, o sadece yaşamdaki kayıp veya eksilen değerlerimizin üzerine oturtmaya çalıştığımız ve başrolünü oynadığımız canlı bir metafor.  Bu “koşma hali ve tutkusu” aslında nereden kaçıp nereye yetişmek istediğini bilemeyenler için bir anlam taşıyor gibi görünse de, karşılığında çekilen onlarca acı , yorgunluk ve eziyetin tamamı ile birlikte düşünüldüğünde farklı bir anlam arıyor gibi. Her sabah güneşten önce uyanmak, kendin gibi olanlar ile buluşup selamlaşmak,  bir saate sığdırabileceğin maksimum mesafeyi koşmak, ve bırakıp eve/işe dönerken de, ertesi gün o anlama geri dönme sözü vererek ayrılmak.

İlk başlarda etrafımda giderek artan koşucuları ve bu koşucuları kucaklamak için birbiri ardına sıraya girmiş organizasyonları salt “aktivite” arayışı olarak düşünürken, Murakami bir başka pencereden bakmamı sağlıyor aşağıdaki cümlesinde,

Koşularda geçmem gereken tek rakip varsa, bu geçmişteki kendimden başkası olamaz

murakami.png

Kendisi için belli bir yaştan sonra koşmaya başlayan herkes sanki bir şeyler arıyor, kendinden uzaklaşmaya ve kendisine “fark atmaya” çalışıyor gibi. Geçip kendisini, çok gerilerde bırakmak ve sınırlarının ötesine ulaşıp menzilini keşfetmek gibi. Bu alışılmışdışılık, bacaklardaki derman ve ciğerlerdeki oksijene dönüşüyor olmalı ki, giderek daha fazla, daha uzun daha hızlı ve daha çok arzulanır oluyor koşmak duygusu.

İşte tam bu noktada metaforun kendisi oluveriyor koşmak ve o da bir tek kavramı ve değeri sembolize ediyor gümbür gümbür… Özgürlük.

Özgür olmadığımız veya özgürlüğü yaşamadığımız değil iştahımızı arttıran ama fazlası ile yetinilmesi mümkün olmayan yegane duygu olması sanki. Belki sadece kendimiz için de değil …  En ideali ile, senin yaşamına dokunan herşeyi ve herkesi içine alabilecek bir özgürlük ortamını sana yaşattırdığı için. Senin tüm ailen, dostların, çevren, ilişkilerin, tarzların, hayallerin, özlemlerin, nefretlerin ile barınmana olanak sunan bir paradigma. Sınır tanımadan, yol, patika, ova , kumsal, yarış … Koş babam koş…

Bu özgürlük duygusunu hem sağlayan ve hem de  tamamlayan şey ise açık havada yani spor salonlarının dışında koşmak. Dışarıdaki sınırsız özgürlük hali ile tanışınca, içerisi sınırlı ve tutsaklık haline evriliveriyor. Çünkü içeride koşabilmek için tutsaklık, ve sınırlayıcı bir tekrarı simgeleyen “koşu bandı” dediğimiz alete bir mahkumiyet var.

Koşu, band ve mahkumiyet konuları bir araya gelince bizi ister istemez “koşu bandı”nın tarihinde kucaklıyor.  Öyleki, birçoğumuz için üzerinde egzersiz yapmanın bir işkeceden farksız olduğu “koşu bandı”nın, verdiği bu hissin tesadüfi olmadığını göstermek istercesine.

Tre2.jpg

 

1881 yılında, İngiliz İnşaat Mühendisi Sir William Cubitt, hapishanelerde boş ve hareketsiz oturan mahkumları harekete geçirmek için “tread-wheel” isimli bir alet tasarlıyor. Mahkumların basamaklarını tırmanarak çevirdiği bu büyük çark sonraları tahıl öğütmede ve su pompalamada kullanılınca da bir değirmen (Mill) takısı ile zenginleşiyor.

 

trm1.jpeg

Günde 8 saatlik vardiyalar ile mahkumlar bu zorlu tırmanmanın acıları ile tanışıyorlar. Treadmill’ler hızla Amerika ve İngiltere’de yaygınlaşıyor ve hapishanelerdeki yerlerini daha yorucu olan pamuk toplama veya taş kırma gibi fiziksel eziyetler alıncaya kadar hüküm sürüyorlar.  Ancak uzun bir aradan sonra , 1960 senesinde Dr.Kenneth Cooper aerobik egzersizlerin insan sağlığı üzerindeki faydalarını öne sürmesi ile birlikte tekrar hayatımıza giriyorlar.

İşte anoloji kendisini bir güzel şekillendiriyor ve kendi karşıtlarını da yaratarak tamamlanıyor. Eğer açık havada koşmak özgürlükse, salonda koşu bandında koşmak bir nevi tutsaklık ile eşleşiyor.

Bütün bir gün veya yaşam boyunca kapalı bir ortamda ve kendisini "tekrar eden" yaşama denk gelen koşu bandı, üzerindeki tutsağa özgürlük alanı yaratamıyorsa eğer, her nerede ve ne işi yapıyorsanız yapın; bir damla açık hava, bir nebze sınırsızlık ve yenilik için, 5 dakika için bile olsa, seçme şansınız varken, atın kendinizi dışarıya ve koşun. Hiçbir şeyi umursamadan ve düşünmeden. O anda tüm işiniz ve gücünüz sadece koşmak ama koşmak olsun.  En güzeli bileceksiniz ki, sizinle o paradigmanın içinde barınan herkes ve şey de o zamansızlık içinde özgür… O beş dakika boyunca yükselen kalp atışlarınız, başlayan ayak ağrınız veya terlemeye rağmen, sadece iyi ve güzel şeyler düşünüyor olduğunuzu farkettiğiniz de şaşıracak, tekrarlamak ve çoğaltmak isteyeceksiniz.

Özgürlük iyi bir şey, sınırların dışında ve yaratıcılığın kucağında.

Onsuz kalmayın…..