Orada bir köy var uzakta...

Otoyol kenarındaki bir köy manzarasının etkisi altına girdiğiniz hiç oldu mu ? Hangi manzara ve güzellik, bizi bir yerden bir yere yetiştirmek  ve üzerinden hızlıca gidebilmemiz için tasarımlanmış taşyığını bir “otoyol” un kenarında,  onun tüm çirkinliklerini örtmeye çalışan bir epik şölen sunabilir?

Binlerce yıldır kımıldamadan yerinde duran bu manzara, sanki otoyol yapıldıktan sonra ortaya çıkmış gibi ise,  ve tüm güzelliği özenle korunarak yolun yolcusunu çevresinden dolandırdıktan sonra, güneşin en güzel huzmelerini ona yansıtabiliyorsa eğer, ben Ankara – İstanbul otoyolunu güzergahını yapan mühendise şükranlarımı sunuyorum.

Sizi etkileyen bir manzara için arabanızı usulca yolun kenarına çekip, arabanızdan hiç indiniz mi?  Ben indim… Bu etkileyici manzara karşısında dakikalarca hayallere ve düşüncelere dalıp, otoyolun yorgunluğunun yerine, tarifi çok zor ve derin bir huzur yerleştirebildiniz mi? Yanınızdakiler ile arabayı durdurmanıza neden olan duyguları paylaşırken, o anda siz olmaktan veya alışılmış olmaktan uzaklaştığınızı farkettiniz mi? Bu eşsiz manzaranın, insanlarının yerine koyup kendinizi, bir çocuk gibi tepelerinde koşup, bir kuş gibi sularında yıkandınız mı ? Sizin için en değerli çocukluk anılarınızın bir kısmını , sanki o köyde yaşamışsınız hissine kapıldınız, bütün köy ile  akraba olabilme ihtimalinizi hesapladınız mı hızlıca? Ağaçlarına salıncak kurdunuz mu köyün sırtındaki ormanın, kızak kaydınız mı karın ilk yağdığı gün yamaşlarında ?

Benim çocukluğum bir köyde geçmedi, ama bütün yazlarım ve tatillerim Ayvalık’ta dedemin sırtını çam ormanına dayamış olan evinde ve işte aynı bu manzaranın  sunduğu zenginlikler ile ve ağzına kadar özgürlük, orman, doğa, arkadaşlık, yaratıcılık ve sevgi ile tıka basa geçti. Otoyol kenarında bir küçük köyün, Ayvalık gibi bir deniz manzarası yok belki, havası ve poyrazı onun kadar iyot kokmuyor. Ama nedeni bilinmez,  bir yerlere dokunuyor işte..

Bir diğer soru... Siz hiç böyle bir manzara için sabırsızlandınız mı ? Ben sanırsızlandım...

Son 15 yıldır, önceleri daha sık, sonraları senede 3-4 kereye inen karayolu seyahat ritüelimin en anlamlı parçası haline gelen bu manzarayı, her seferinde ziyaret etmenin beni ne kadar hafiflettiğini anlatabilmem olası değil.

Enson dün geçtim, “köy”ümün yanından, üstelikte 2 defa. Dönüş seferinde 15 dakika durdum yanında yine, indim arabamdan, paylaştım ve konuştum kendisiyle.  O güne kadar farkedemediğim daha ne kadar çok güzelliği olduğunu hissettim. Yine bir süreliğine çocuk oldum, ve yuvarlandım yamaçlarından, elimde küçük sapanım ve yüzümde iyot kokan Poyraz ile.

Arabama binerken, bu güne kadar hiç aklıma gelmeyen şeyler gelmeye başladı, üstelik de neden daha önce düşünememiş olduğuma şaşarak ve sinirlenerek. Bu köyde küçük bir arazi, belki bir küçük kulübe, ev satın almalıydım. En azından bunu hayal etmeye başlamalı, köyün bu ısrarlı çağrısına muhteşem davetine daha fazla kayıtsız kalmamalıydım. Bu bağ kuvvetlendirilmeliydi.

Kimbilir, telaş ve koşturmaca içerisinde geçen yaşamımız, hangi çağrı ve davetleri bizlerden uzak tutuyor, bizi çok mutlu edebilecek olan hangi duygularımızın farkedilmesini engelliyor? Otoyol kenarındaki bu güzellik gibi onlarcası hergün yanımızdan geçip geçip gidiyor, elimizen kayıp gidiyor.

Farkediyorum ki, bugün hayatı daha çok seviyorum…. Ve bunu bu güzel köye borçluyum…