Potemkin Köyünün İnsanları

Kırım  Prensi Grigory Potyomkin, 1787 yılında ,   sevgilisi Çariçe 2. Katerina ve yanındaki konuklarını etkilemek için, Dinyeper nehri boyunca olan geçiş güzergahı üzerindeki harabe durumundaki köy evlerini tahta dekorlar ile süsleyerek ve insanları süslü süslü giydirerek bir “refah” mizanseni oluşturur. Bu sayede “Potemkin Köyü”  en eski sahtecilik örneği olarak literature girer.Bu aldatmacaya inanan 2. Katerina da bu geziden mutlu bir şekilde dönerken belki de  tarihteki ilk sahtecilik ve dekor ile kandırılan soylu olabilmeyi başarmış oluyor.

Potemkin Köyü metaforunu günümüzde daha çekici yapan ise, içerdiği sahteciliğin günümüz yaşamında da birçok alanda gözlemlenebilir olmasındadır..

İş dünyamız, Potemkin Köyleri ile doludur. Gelir sistemini satış ve pazarlama üzerine oturtmuş olan kurumsal  ve hemen hepsi çokuluslu şirketlerin kendilerine ve çalışanlarına dikkatle baktığımız zaman bu “olmadığı gibi olma” durumunu farkedebilmek çoğu kez mümkün olabilir. Şirketlerin dış cephelerindeki şatafat ve dekor, sanki arkasındaki döküntüyü örtmek istercesine özenle hazırlanmış birer sahne gibidir. Websitelerine girdiğinizde kendinizi bir sevgi, mutluluk ve barış dünyası içerisinde, müşterisine herşeyden daha fazla değer veren ve onların mutluluğu için para kaybetmeyi peşinen kabul eden, doğaya, insana ve insani değerlere hizmet etmek için kurulmuş gibidirler. Yeterki gelip geçmekte olan müşterileri etkilenebilsin…

Ancak bir köyün sahteleşmesinden daha üzücü olan arıza, ne yazık ki Potemkin Köyünün köylüsü olanlardaki sahtelik ve olmadığı gibi olmaya çalışma durumudur..

Dışarıdan bakan ve zaten inanmaya hazır olan müşterileri Çariçe gibi kandırmak için sistem tarafından süslü süslü giydirilmiş ve otantik kimliğinin fersah fersah ötesinde gezinenlerden bahsediyorum. Bu kandırmacanın bir parçası olmayı o kadar çok içlerine sindirebilirler ki, bir süre sonra mankenin içindeki ile ilgisiz ve hatta onu inkar eden bir elbise haline gelirler. Kendilerini temsil ettikleri rol sanırlar. Bu aktörler, “bilmediğini bilmeyenler” sınıfındalar. Bu sahteliği ve kendilerinden çok uzaklaşmış olma durumlarını bir “gelişme” gibi düşünerek aslında hep aynı yerde duranlar. Yüzlerindeki maskenin gerçek olduğunu düşünen ve buna inananlar. Etrafımıza bir baktığınız zaman çoğu kez kendimizi bir kostümlü provada hissettiren ve kendileri ile ilgili olarak “acaba içinde ne var ?” merakı uyandıranlar.  

Ancak bir de dışındaki görüntüsü ne olursa olsun, içinde çok derin bir anlam ve birikim olanlar vardır. İçine kapanıklıkların arkasına gizlenmiş bir derya. Oturur konuşmaya başlar ve şaşırıp kalırsın çıkanlardan, ve yine benzer bir endişeye kapılırsın “acaba içinde daha neler var?" gibisinden. Bunlarda aslında bir önceki gruptan faksızdırlar. İçi ve dışının birbirinden farklı olduğu her iki durumda da iletişimin “selameti“ açısından problem aynıdır.

En sevilen ve en kolay çalışılan profil ise içi-dışı bir olanlar, saklayacak hiçbir şeyi olmayanlar, Dengeli bir doygunluk hissi verenler. Potemkin köyünü bilmeyen, onun dekoru olmamış veya olmayı reddetmiş, zengin ve güçlü oyuncular. Kendilerini oynadıkları için her rolde başarılı ve “akış” içerisinde olabilenler. Kendi yaşam enerjilerinden bir an bile ayrılmayı düşünmemiş, "ne ise o olanlar"... Kendi kişisel değerlerine sonuna kadar sahip, doğallığın erdem olduğuna inananlar.

Yüzümüze tuttuğumuz ayna, herhangi bir şüphe uyandırıyorsa eğer zihnimizde, bir sınıra yaklaşmakta olduğumuzu farketmeli, ve ilk aklımıza gelen soruyu sormalıyız..

"Bu gerçekten ben miyim ?..."