Yorgun Mermi

Bir hedefe yollanmış merminin düştüğü yerde yaptığı tahribat, bir “yorgunluk” kisvesi ardında hafifletici ve umursanmaz olarak kabul edilebilir mi?

Geçtiğimiz günlerde bir futbolcunun arabasının camına isabet eden mermiyi, “yorgun” olduğu için ciddiye almayan veya kayıt-dışı kabul eden kriminoloji müessesesi, çekinmese mermiye bir de emekli maaşı bağlayacak.  Bu umursamazlık, Fatih Sultan Mehmet’i ve Baron Menno van Coehoorn’u yattıkları yerde sanırım bir kaç kez çevirmiştir. 

Tarih kayıtları 1453’te İstanbul’un fethi sırasında çok büyük kayaları surların arkasına atan yedi adet silahtan bahsederken, günümüz savaş endüstrisinin vazgeçilmezlerinden birisi olarak kabul edilen havan topunun mucidi olan mühendis Baron Coerhoorn, 1673 yılında Grave kuşatmasında ilk mermi atan topu icat etmiş ve adını da vermiştir. Öyle bir silah ki, mermisinin sıkıldığı istikamet ve tırmandığı yükseklik değil, düşeceği yere göre işlev kazanıyor.

Lisedeki fizik derslerimizden hatırımızda kaldığı üzere, hareket yasaları, havaya fırlatılan merminin ateşlendiği andaki hızı ile tekrar yere düştüğü andaki hızının aynı olacağını söyler. (Hatta bu nedenle, sevinç ve kutlama amaçlı olarak havaya sıkılan ilkel kurşunların hemen yanındaki bir insanın kafasına sıkılmasından pratik olarak hiçbir farkı yoktur.)

Doğal olarak, bu “yorgun” kabul edilen mermiyi bizlere savaş veya ölümü hatırlatsın diye seçmedim, tam tersine kendisini içinde kullanacağım allegori son derece yaşamsal.

Ben uzunca bir süredir, profesyonellerin kariyerlerinin böylesi bir uçuş rotası gibi olduğunu düşünenlerdenim. Sanki sirklerdeki mermi-adamlar gibiyiz. İsmine eğitim, aile, sosyal çevre dediğimiz karmaşık bir silah ile yaşama ve işdünyasına doğru fırlatılıyoruz. O patlamanın yarattığı güç ile kısa zamanda büyük mesafeler tırmanmaya ve metreleri üstüste koymaya başlıyoruz. Ancak zamanla, profesyonelleri çok yukarılara taşıyan kuvvet azaldıkça veya onu bir mermi gibi güçlü kılan çıkış noktasından uzaklaştıkça hızımızın yavaşladığını ve işimizin artık bitiyor olduğunu düşünmeye başlarız. Çünkü yaklaşan düşüşün veya inişin öncesinde tırmanma hızının neredeyse sıfırlanmaya başlaması, bizi kaygılandırmak için yeterlidir. İş hayatında bırakacağımız izin, tırmadığımız yükseklik ile ilgili olduğu yanılgısı bu kaygının en büyük besleyicisi olmaktadır. Duran bir “yükseliş”i, “sona gelme” habercisi olarak bizlere algılatan “korku”.. Birçok profesonel, kariyer denildiği zaman işte bu en yüksek noktaya olan seyahati hayal ediyorlar. Gerisi onlar için kariyerin dışında kalıyor.

Ama fizik yasalarına göre, çalışma yaşamında da ulaşılan en yüksek noktadan sonra bir o kadar daha yol  var yere inmeden önce, ve bu süre gerçekten çok uzun ve çok değerli.  Çünkü bulunduğumuz her azalan yükseklikte, önceden tecrübe edilmiş alışkanlıklar bizi bekliyor olacaklar. Her anında, bizler “zaten oradan geçmiş” olacağız. Bu nedenle de, artık tüm enerjimizi bir sonraki yüksekliğin bilinmezlikleri için harcayacağımıza, gerçekten kalitatif birşeyler yaratmaya harcayabiliriz.

Zira iş yaşantısını, hangi yükseklikte olursak olalım, heyecanlı ve anlamlı kılan 5 tane önemli değeri var. En başında tutku, sonrasında yaratıcılık, içmotivasyon, ilhamve yaşama saygı. Bu değerleri baştacı yapmak için yolun ikinci yarısında inanılmayacak kadar çok zaman var…. Bunları koruduğumuz sürece yolculuk büyük bir keyif ile sürecek, varsın alçakta sürsün.

Şimdi bir karar verme zamanı…. Yükselme hızın sıfırlanınca “yorgun” mu olacaksın, yoksa “mermi” mi? (Bunu bugünden hayal etmekte, sürecin ikinci bölümü ile barışabilmek açısından çok büyük yarar var.)

Eğer yorgunluk yaşayacaksan,
              bir an evvel gir, saplan toprağa…  
Cemiyet zaten sana hafifletici nedenler sunuyor.
               “Yorgundu !” deyip geçecekler…
Yok mermi isen,
              işte o zaman meydan senin.
Giderek azalacak yüksekliğin,
              ama artacak hızınla,
                        “göster kendini”….
Daha hedefine çok var
               ve senin işin bitmedi..