Pudralı Adalet...

Adalet sistemine ilişkin tüm değerlerimizin, çocukluk dönemimizde okuduğumuz Teksas ve Kaptan Swing çizgi romanları tarafından bilinçaltımıza yerleştirilmiş olma ihtimali, bir küçük detayı fark edince çok hoşuma gitti.

Hatta, keşke daha çok okuyup etrafıma daha çok okutsaymışım bile dedim, içimden sessiz sessiz.

Bize istilacı “Kırmızı Urba” lar olarak tanıtılan ve bu romanların kötü adamları olan İngiliz askerleri, her ne kadar sürekli olarak dayak yiyormuş, attığı hiçbir mermiyi isabet ettiremiyormuş gibi gösterilseler de, sonuçta Amerika Birleşik Devletlerinin kurulmasına kadar giden bir fayda sağlayarak, dolaylı da olsa amaçlarına ulaşacaklardı. Bir çizgi romanda, neden sürecin sonunu inkar eden bir tema seçilir, sürecin galipleri, garip ve ezik bir asker sürüsü gibi gösterilir anlamak kolay değil. 

Zamanımızın (bizim zamanımızın) en sevilen çizgi romanlarını (Teksas, Tom Miks, Kaptan Swing) Esse Gesse isimli bir karikatür ekibi yaratmış. Bu ekip de aynı Western filmlerini Amerikalılardan çok daha iyi çekmiş olan Sergio Leone gibi İtalyan. Bu, İtalyanların bir özlemi olsa gerek ki, fantastik her konuyu Amerika merkezli hayal edip kurguluyorlar.  Neyse; öğrendik ki, karşıda istilacı varsa , sonuç ne olursa olsun ev sahibini tutacaksın. Biz de öyle yaptık.

Beni tuttuğum taraftan daha çok etkileyen kısmı ise, “kırmızı urbalar” sayesinde bugüne kadar ulaşan ve o romanların sayfaları arasında gizlenen bir başka sembol. Pudralı Peruklar....

Çocukken, geçmişi 1500'lü yıllara kadar giden bu perukları, askerlerin kendi saçı sanırdım. Bir askerin savaşırken peruk takması belki de sürekli dayak yiyeceğini işareti bir tuhaflıktı benim için. Kafasına peruk takacak kadar savaşı ciddiye almayanlar, doğal olarak sürekli dayak yer, haliyle de hiçbir attığını vuramaz.

İngiliz askerlerinin doğal aksesuarı olan bu peruklar, aslında kökenini Avrupalı soylu sınıf içerisinde bulmuş.

Avrupalı aristokratlar, bit yüzünden kafalarını kazıtıp, yerine koyacak peruğu keşfettiklerinde bir hijyen peşindelermiş. Bitleri bir peruktan temizlemek her zaman daha kolay gelmiş onlara, kendi saçlarından temizlemeye karşılık.

Aynı zamanda bitler,  kara vebadan sonraki Avrupa’nın en büyük hastalığı olan ve cinsel ilişki ile bulaşan frengi salgını sonucu, hastalığın yan etkilerinden olan saç dökülmesinin utancı ile de birleşince, soylu sınıf çözümü  peruk takmakta bulmuş. Bu aksesuar, soyluların elinde bin ayıp örtecek abartı boyutlarına da hızlıca taşınıvermiş.

Bu peruklar at, keçi ve insan saçlarından üretilmişler ve istenmeyen kokularını gidermek için de lavanta ve limon esanslı pudralarla boyanmışlar.

powdered_wig.jpg

Bu abartılı tarz kendisini Fransız devrimine kadar yaşatabilmiş, son Fransız Kraliçesi Marie Antoinette ile bütünleşmiş bir gösteriş ve zenginlik simgesi olduğu için de radikaller tarafından yasaklanmış. Sonrasında da hem erkekler ve hem de kadınlar için saç modelleri daha tutucu ve sade hale gelerek, peruk yapımcılarının pazarları iyice küçültmüş.

 

Pazarın günümüze kadar kalan tek alanı İngiliz yargı sistemi olmuştur herhalde. Yargıç, hakim ve avukatlar tarafından görülen işin, kişiye göre değişmeyeceğini sembolize eden peruk, hiçbir kimsenin karşısında önlerin iliklenmeyeceğini anlatan cübbeler ile bütünleşen bir “adalet” sembolü haline gelmiştir.

Mahkeme giysilerinin (peruk ve cübbe) geçmişi birden fazla kökene yaslanmaktadır.

·       Öncelikle hukukçuları, mahkeme salonunda diğerlerinden  ayırabilmek

·       Mahkemeye, gerçek yaşamın disiplin alanı olduğu havasını katarak otorite, resmiyet ve itibar kazandırmak

·       Hukukun tarafsızlığını vurgulayarak, dikkati yargıçlardan uzaklaştırmak

·       Yargıcı yaşam kimliğinden uzaklaştırarak,  onu anonim hale getirmek. Çağlar boyunca, renk ve ırk ayrımından ötürü adaletsizlikler sergilemiş olan hukuk sisteminde, yargıya bir üst kimlik rolü kazandırmaya şekilsel katkı sağlamak. Davada bir sonuca karar verecek olan yargıcın, o peruğun içerisinde ne beyaz ne de siyah olması önemsizleşebilmektedir.

·       Peruklar aynı zamanda, yargıçların mahkeme dışında daha zor tanınmalarına yardımcı olması nedeniyle de benimlenmişlerdir.

Peruklar, artık günümüzde iyice azalmış ve sadece kimi sembolik yargı pratiklerinde kullanılan bir aksesuar haline gelmişlerdir.

İngiltere, 300 yıllık cüppe ve peruk geleneğini kaldırma gerekçesini açıklarken yapacağı yıllık 300bin Sterlin’lik tasarrufu ve hakimlerin “dokunulmaz” oldukları görüntüsünü yıkmayı hedefliyorken; hukukçular ise, bu geleneğin kaldırılmasına, mesleklerinin “büyü”sünün bozulacağı gerekçesi ile karşı çıkıyorlar.

Peruk, adalet sisteminin veya genel anlamı ile “sistem”in gözetmen oyuncularını oluşturan hukukçuların (yargıç, savcı ve avukat) kıyafeti olmaktan çok, vicdanın ve tarafsızlığın sembolüdür. Düğmesiz ve cepsiz bir cübbe de bu görevi yapanların sadece "sistem"in, aksamadan ve zarar görmeden sürdürülebilmesine hizmet ettiklerini net bir şekilde göstermektedir.

Kırmızı Urbalar tarafından tanıştırıldığımız peruk,  İngiltere’den 3000 km uzakta yaşayan bizlerin anlamakta ve yorumlayabilmekte çok zorlanacağımız, alışılmışın dışında bir adalet tanımı ile buluşturmakta.

Hukuk, örgütlenmiş bir toplum içinde yaşayanların birbirileri ile ve oluşturdukları toplulukla olan ilişkilerini düzenleyen, bireylerin kabul edilmiş “insani hakları”nı koruyan ve yaptırımlarını da devlet gücü ile sağlayan , bağlayıcı kurallar bütünüdür” diyoruz..  

İkna olmakta zorlanıyor olduğum için olsa gerek, 1948 senesinde Kabul edilmiş bulunan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 30 maddesini, aklıma geldikçe dönüp dönüp okurum. Kendimi "insan" hissetmenin çaresini onun satırları arasında bulurum. Ancak ne yazık ki insan kendisini, onun satırlarının dışında arayıp bulmak zorundadır. Hukuksuzluk içinde demiyorum, aman dikkat. Ama yaklaşık 70 sene önce yazılmış ve kabul görmüş olan bu beyannamenin %80 maddesinin kendisi için hala geçersiz olduğunu hissetmek bazen hukuk paradigmasını sorgulattırıyor insana.

Benim içinde bulunduğum sistemin benim için en güvenilir şartları sağlamasını beklemekten doğal bir talebim olamazken, sistemin bunu büyük ölçüde sağlayamamış olmasını sorgulayınca, insan gerçekten bazen karşısında kafası peruklu ve cübbeli sistem savunucuları arıyor.

Sistemin dışına çıkıldığı zaman ne olacağını bize hukuk söylüyorsa,  doğal olarak bunu söylenler de senden benden farklı giyinmelidir. Çünkü o, mahkeme içerisinde “üst akıl” ı temsil etmektedir, benim paradigmamın bizzat dışıdır. Mahkeme heyeti bizlere karşı hem sistemi ve hem de kuralların yaptırımını savunuyor.  Ne yaparsak ne olacağını veya ne yapmazsak ne bulacağımızı bize onlar söylüyorsa ve ironik olarak aynı yaptırımlar onlar içinde geçerli ise, mahkeme içerisinde bir hukukçunun peruk takması ve o “kostümlü” rolü oynaması normal olmalıdır.

Peruk İngiltere’de kalkmasın, hatta yaygınlaşsın… Ben beyannamenin tamamını istiyorum içinde bulunduğum sistemde.