Mermiden hızlı koşabilmek...

Bugüne kadar ziyaret ettiğim hiçbir şehirden ayrılırken, kendimi o şehre ve o şehrin insanlarına karşı bu kadar borçlu hissetmemiştim.

Hiçbir şehrin sokaklarında hüznün bu kadar başıboş ve kontrolsüz dolaştığını görmemiş, yalnızlığın her taşına işlendiği kaldırımlarda yürümemiştim.

En güzel şehrin tanımını nasıl yaparsınız, ya da en soğuk kışın? Hiç içme suyuna kurşun karışmasını hayal edebilir misiniz, ya da fare gibi avlanabileceğini sivillerin, hatta çocukların ?

Görüp de, potansiyel tehditlerimizi düşünüp, ürpermemek, uykusuz kalmamak ve rahatsız olmamak mümkün değil. 21.yüzyılın başı, Avrupa’nın göbeği sayılabilecek kadar yakınında, bağıra bağıra yükselmiş bir düşmanlık ve nefret.

Bu yazının bir gezi yazısı olması için gayret göstermeyeceğim, ama okuyanların, oraları gidip görmesini ve buraların içine sürüklendiği girdabın farkındalığının artmasını, çıldırasıya dileyeceğim.

Uçakla 1,5 saat sürüyor, İstanbul’dan batıya doğru, eşsiz ve soluk kesen Adriyatik kıyılarının çok yakınlarında. Doğa’nın tüm güzelliklerini kepçelerle verdiği, tarihi Bosna bölgesinin ve bugünkü Bosna-Hersek topraklarının tam ortasında, Osmanlı’nın Saray Ovası, Bosnalıların Sarajevo’su , bizim Saraybosna’mız.

Osmanlı için sadece 40 yıl sürmüş İstanbul’dan sonra bu bölgeye ulaşmak, ve kendisine tarımsal bir havza yaratma amacıyla da burayı hızla şehirleştirmişler. Şehrin o zamanlarda başlayan ticari önemi de hızla yükselmeye devam etmiş, hiç eksilmeden.

1878 senesinde, Berlin Anlaşması ile Avusturya-Macaristan yönetimine bırakılan bölge ve şehir, Osmanlı’nın kucaklayıcılığından uzaklaşması ile birlikte de, bitmek bilmeyen ve belki de bilemeyecek; ayrım, kutuplaşma, etnik bölünme içerisinde,  çamaşır makinası içindeki bez parçası gibi çırpılıp durmakta.

Tarih kitapları bize 1. Dünya Savaşının başlama nedenini, Avusturya-Macaristan tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand ve eşinin Saraybosna’da, Gavrilo Princip isimli Sırp tarafından öldürülmesi sonrasında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş ilan etmesi ve böylece Avrupa’nın iki büyük kampının birbirine girmesi olduğunu belletmiştir.

20yy.ın daha henüz başında insanlığın büyük kayıplar vermesi ve düşmanlıklar biriktirmesine neden olacak Dünya Savaşı’nın tetikçisi olan bu Sırp'a olan düşmanlığımız, ders kitaplarımız kanalı ile bilinçaltımıza bir güzel yerleştirilmiştir. (Ama bir diğer grup insanlık, Belgrad'a onun heykelini dikmiştir.)

Saraybosna’nın tam ortasında ve Latin Köprüsü üzerinde meydana gelen bu suikasta ilişkin detayları araştırınca bir tuhaf ironi de ortaya çıkıveriyor. Veliahdı vuran Gavrilo Princip aslında 6 kişilik bir saldırı ekibinin bir üyesi. Veliahdın yolu üzerine dağılarak yerleşmiş olan bu ekibin rolleri, arabayı süren şoförün yolunu, patlayan bir bomba nedeni ile güzergah dışına değiştirmesi ile farklılaşıyor, öldürücü kurşunu sıkan da Princip oluveriyor. Bu ekibin 5 Sırp ve 1 Bosnalı Müslümandan oluştuğu detayı ise, ihalenin Sırplara kalması konusunu istatistik biliminin yardımı ile kurguluyor. Kazara kurşunu atacak olan ve ekipteki tek Bosnalı Müslüman olan Muhamed Mehmetbasic olsa idi, ki dizilişleri itibariyle araç önce onun önünden geçecekti, tarih kitapları 1.Dünya Savaşı’nı bir Bosnalı Müslümanın başlattığını yazacaktı, bir Sırp’ın değil.

İşte yüzyıla böylesine talihsiz bir başlangıç yapmış olan şehir, huzur bulmayı bir türlü başaramamış, nerede ise bir Kudüs, bir İstanbul kadar kültürel ve dini çeşitlilik yapısı nedeniyle de dini, etnik, ırkçı her türlü kutuplaşmayı kendi potasında bir 80 yıl kadar biriktirmiş durmuş.

Soğuk savaş sonrası dağılan Yugoslavya’nın külleri arasından çıkan paylaşım ve etnik egemenlik mücadelesinin akıl almaz örneklerine şahitlik etmek de, ne yazık ki yine bu güzel şehre nasip olmuş.

DSC_0911.jpg

Bir insanın bir başka insana , gerekçesi ne olursa olsun uygun göremeyeceği her ne varsa, en acımasız şekli ile burada denenmiş, 1992-1996 yılları arasındaki 4 yıl boyunca 5400 sivilin ölmesine neden olmuş, üstelik de tüm dünyanın soykırım ile ilgili 2 Dünya Savaşı hatıraları henüz çok yeni iken, üstelik de tüm güçlü ülkelere 1 saat mesafedeyken, üstelik de iç savaş çığlık çığlığa gelmişken.

Bunu anlatabilmenin en uygun kelimelerini seçebilme konusunda büyük bir özgüven eksikliği yaşıyorum.

Tüm insani duygu ve hislerim Bosna’nın göbeğindeki “Sniper Alley”’I, dış dünya ile şehrin tek bağını sağlayan havaalanının altından geçen 800 metrelik "Ümit Tüneli"ni, üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına karşın hala duvarlarda bulunan mermi deliklerini, günde ortalama 300 bombanın düştüğü sokaklardaki “Bosna Güllerini”, görmeden anlamak ve görmeyene anlatabilmek mümkün değil. Gerekçesi ne olursa olsun, Savaş ve Barış üzerine hala bir tercih netliğiniz yoksa, bir an durun ve düşünün. Sabah evden çıkarken çocuklarınıza “tepeleri görmemeye çalış!” tavsiyesinin ona sağlayabileceğiniz tek güvenlik önlemi olmasının ne anlam taşıdığını. “Sen tepeyi görüyorsan oradaki nişancı da seni görüyordur !” gerçeğini öğrenmek için, acaba o kuşatmada ölen 1000lerce çocuk ve sivilin kaçının ölmesi gerekti. 

Camsız, susuz, yiyeceksiz ve güvenliksiz kalan bir şehirde 4 yılın,  zaman olarak gerçek uzunluğunu hesaplamaya çalışın. Ben bulamadım.

Bosna Gülü

Bosna Gülü

Herhangi bir savaş bölgesini ziyaret edemiyor olabilirsiniz, ama hiç değilse potansiyel savaşın ve etnik bölünmenin ne olduğunu ve nelere mal olduğunu fark etmek için Bosna’ya gidin. Savaşın biteli 20 yıl olmuş, şehrin %50 si hala işsiz, dışarıdan yardım gelmeden hiçbir restorasyon ve kalkınma sürdürülebilecek gibi değil. Üstelik, toplumsal yardım adı altında planlanan dolandırıcılık ve hırsızlıklar da cabası. Unutulacak gibi değil. Gidin orada çalınan yardım paralarını hatırlayın, bakalım uyku tutacak mı o gece sizi, ya da döndüğünüzde "mercümek" çorbası içebilecek misiniz? 

Gidin bir görün, Bosna’da bir insan olarak mı kalmayı seçeceksiniz her türlü eziyetin karşısında, yoksa bir Sırp mı, şiddet ve nefretin kucağında. Sonra oturup karar verin insan kalıp kalmayacağınıza. Etnik farklılıklar bir kere kutuplaşmaya başladıktan sonra ortadan kaldırılması çok zor. Bu farklılıkları bir “zenginlik” olarak kullanabilmek bir kolaycılık değil, bir beceridir. İşte bu beceriyi insanlık ve tarih sayfalarına yerleştirebilenlere , ulusları bu beceri üzerine kurabilenlere de “lider” diyoruz. Liderleri lider yapan, savaşta gösterdikleri üstün başarılardan çok, savaştan sonra sergiledikleri, o coğrafyanın tüm harçlarını kullanarak yaptıkları inşaattır.  

Barış, tarih boyunca, insanlığın en büyük özlemi olma noktasına gelirken, neden yaşanan savaşlardan anlamlı ve huzur kokan dersler çıkartmak bu kadar zor. İlla birileri veya bir grup ölmek veya yok olmak zorunda mı,  bir diğerinin veya  grubun “iyiliği”, her ne şartta ve şekilde “geleceği”, menfaati” için ?

Eğer kardeşse bütün insanlar, ki benim için öyle, o zaman tüm savaşlar kahrolası bir iç savaştır.

(Hollandalı Barış Gücü Birliği bunu kabul etse ve oradaki insanları kendi kardeşleri yerine koyabilse, belki de 8000 sivil 4 gün içerisinde öldürülmeyecekti Srebrenitsa’da.)

Bugün olmadı. Yapamadım. Becermedim, başka tonda bir yazı yazabilmeyi.

Lütfen birkaç dakika için düşünün ve kendinize şu soruyu sorun :

Neden ve nasıl bir değer için savaşıyor olabilir ki insanlar, bu değer bir başka insanın yaşamından daha büyük olabilsin?..

Sadece Bosna Dağlarında , kuşatma sırasında yok edilmiş olan kızak pistinin, kalan tek parçasının üzerindeki şu grafitiye kulak vermeyi deneyin... İnanın kendinizi daha yararlı hissedeceksiniz, kısa bir süre için bile olsa...