Soğuk savaş meyvesi olarak internet

Değişmekte ve evrilmekte olan tüm günlük alışkanlıklarımızın ve iş yapış şekillerimizin içerisinde kendisine “sarsılmaz” bir otorite kurmuş olan internet’in; bir hacker grup tarafından kapatılacağı, siber saldırılar ile yavaşlatılacağı veya Akdeniz’in dibinde yatan ve bizi Avrupa’ya bağlayan kablonun, kendisinin düşkünü olan bir köpekbalığı tarafından ısırılması ihtimalinin bizleri nasıl tedirgin ettiğini hatırlamadan, bu satırları okumaya başlamayın lütfen.

Çünkü ancak bu şekilde 40-45 yıl içerisinde nereden nereye geldiğimizi algılayabilir, nereye gidiyor olduğumuzun kaygı ve korkularını yaşayıp, dönebileceğimiz kimi yanlışları keşfetme cesareti bulabiliriz.

İnternetsiz kaç saat dayanabileceğinizi sanıyorsunuz? Ya da iş dünyasının internetsiz kaç saat ayakta kalabileceğini tahmin ediyorsunuz? İnanın ne kadar düşünürseniz düşünün, bulacağınız cevap gerçeklerden daha uzun olacaktır.

Bir savaş tatbikatı sırasında, bir askeri sığınakta tohumu atılan “internet”, başlangıçta “savaş hazırlığı” amaçlı kurgulanırken, aradan geçen süre içerisinde ticareti ve yaşamı avuçlarının içerisine alarak, en büyük savaş alanı ve silahı haline gelmiş durumda. Var olabilme, onun kurallarına uyabilmeyi ve adapte olabilmeyi öngörüyor. Onsuz ve onun tetiklediği kardeş teknolojiler olmaksızın yaşama hakkı bırakmıyor.

Günümüzün birçok teknolojisi gibi internet de gelişim ortamını, Ar-Ge imkanlarının sınırsız olduğu Savunma ve Savaş sanayileri içerisinde bulmuştur. 1960’lı yıllarda yani “soğuk savaş” yıllarında, Amerikan Savunma Bakanlığı ile onun düşünce ortağı DARPA (Defense Advanced Research Projects Agency) bir sorunun cevabını bulma konusunda büyük bir zorluk yaşamaktaydılar. “Anabilgisayarımız vurulursa ne yapacağız ?.” 

O günlerin tek iletişim ortamı olan ve IBM firmasının SNA mimarisine dayanan teknolojiler, iletişimi hiyerarşik bir yapı içerisine hapsetmekteydi. En tepede ve tüm birbiri ile haberleşen bilgisayarların trafiğini yöneten “anabilgisayar” ın (ki ona PUT5 = Fiziksel Ünite 5 ismi verilir) bölgesi (domain) içerisinde, onun kontrolü ve iradesi olmaksızın herhangi iki bilgisayarın birbiri ile konuşabilmesi mümkün değildi. ABD’nin bütün savunma sisteminin, o sistemin içerisindeki anabilgisayar vurulduğu anda çökeceği korkusu, DARPA’nın bu konuda büyük bir hükümet fonu bularak araştırmalara başlamasına neden oldu.

Amaç, olası bir savaş çıktığı zaman, vurulacak olan PUT5’in (Amerikan Ulusal Haberleşme ağındaki en büyük makina) haberleşme sisteminin çöküşüne neden olmasını engelleyebilmekti. Yani makinalar veya bilgisayarlar, yanlarında bir büyük olmadan rahatlıkla konuşabilsinler diye başlayan proje, öncelikle büyük Amerikan üniversiteleri arasında kurulan ARPANET üzerinden internet haberleşmesini filizlendiriyordu.

Öğretmenden izin almadan, sıra arkadaşınla, dilediğin gibi konuşma ve mesajlaşabilme imkanı… İnternet en basit hiyerarşik düzeni ile budur.

SNA ortamının protokol yığınlarından oluşan bilgisayar ve kaynaklarının hiyerarşik olarak birbirine bağlanması yapısının , “eşitlerin birbiri ile haberleşebilmesi” yapısına evrilmesinin tohumları da böylece atılmış oldu. Bu sadece makinaların birbiri ile kurdukları iletişimin bürokratik akışını değiştirmenin ötesinde, insanların birbiri ile olan iletişimin özgürleşmesinin de yolunu açmaktaydı.  Üstelikte bu özgürlük bir süre sonra kendisini “sosyal medya” haline dönüştürecekti.

O yıllarda , üniversiteler bu ortamın gelişmesi için en ideal gönüllüler oldular, çünkü araştırma ve geliştirme kaynaklarını bu network üzerinden paylaşabilir olmuşlardı ve o zamanın yüksek maliyetli bilgisayarlaşma zorunluluğu karşısında kendilerine paylaşım tabanlı bir çıkış kapısı yaratmışlardı. İlk haberleşme ve internet denemeleri işte böyle başlamış oldu.

Doğal olarak bu yazıyı kaleme alma noktasındaki temel amacım, okuyanları internet ve onun teknolojileri konusunda boğmak ve anlaşılması zor bir takım bilişim kısaltmaları ile zihinleri ve algı sistemlerini yormak değil. Ama internetin en büyük başarısı olan “eşitlerin iletişimi”’nin yolunu açmak suretiyle, dağıttığı ve hatta son verdiği “hiyerarşik disiplin” olgusu. Çünkü bu “eşitlerin özgürlüğü” ortamı, kendisini mobilite, globalleşme, büyük veri, bulut gibi yeni teknolojiler ile buluşturduğunda internet açısından bakıldığında artık tünelin ucu, bizler açısından bakıldığında da yolun “özgür” sonu görünmeye başlıyor.

Eşitlerden de kurtulan internet, kendisini “şeylerin” kucağında buluveriyor ve bir anda kontrolden çıkmaya başlıyor.

İş dünyası; internet ve bilişim teknolojileri ile yeni ekonomi yaklaşımlarını bir arada yoğurabilmek ve böylece ayakta kalabilmek için kendisini” dijitalleştirmek” ve “en alt seviyede “ölçülebilir” kılmak zorunda kalıyor. Hemen akla gelebilecek her konu ve şeyin, artık dijital çözümünün yapıldığı veya planlandığı yılları yaşıyoruz. Gelişim ve üretimlerin önünde hiçbir tesadüf ve riske yer bırakmayan ve yaşamı oluşturan bütün alanların formülleri üzerinden çalışan bir “süreçler” bütünü..

Dijitalleşme modası altında(ki bu modaya uymak biraz zorunlu ) artık yaşam,  moleküllerine ayrılarak kurgulanmaya başlanıyor. Tüm eski, kurumsal, bireysel ve yönetsel alışkanlıklar yerlerini bu başı ve sonu belli, etki ve tepki yasaları üzerine inşa edilmiş, tesadüflere şans tanımayan dijital süreçlere bırakmak üzere.  Direnen veya dijitalleşme çalışmalarında geç kalan hiçbir endüstri, hiçbir kurum varlığını koruyamayacak. Yerlerini ve pazar paylarını, dijital kurguları ve süreçleri doğal süreçleri olarak (native) çalıştıran kurum ve kuruluşlara bırakmak zorunda kalacaklar. Dijital yayıncılık ile birlikte kapanan gazeteleri, daha az basılan kitapları, yok olan ansiklopedileri, internete taşınan mağazacılık sistemlerini, ödeme alışkanlıklarını, satış ve pazarlama şekillerini, giderek onsuzluğa tahammül edemez hale geldiğimiz akıllı telefonları ve sürekli olarak “çevrimiçi” yaşama tutsaklığımızı düşünün.

Kaç tane telefon numarasını ezbere biliyorsunuz ? En son ne zaman toplama ve çıkartma yaptınız, alt alta yazarak. Çarpım tablosunu hatırladığınızdan ne kadar eminsiniz ? Arkadaşlarınıza evinizi tarif ederken en son ne zaman evin adresini veya sokağınızın ismin kullandınız ? Yoksa whatsup dan “lokasyon” mu paylaşıyorsunuz? Yaşam ve kurgusu hızla dijitalleşiyor, ve bizler önünde duramıyoruz.

Eğer yıllar önce mektup zarfı üreten bir matbaanız varsa, siz artık ticarette yoksunuz. Çünkü sizin zarfladığınız ürünler artık dijital mesajlara döndü. Her şehir servetler harcardı, “sarı sayfalarına”, artık internet bize her numarayı buluyor.

En son ne zaman bir kütüphaneye gittiniz hatırlamaya çalışın? Ya da, merak ettiğiniz bir sorunun cevabını bulmak için bir uzman ihtiyacı hissettiniz. Bulamayacaksınız…

Hastalığınızın tedavisini internetten aramadığınızı söyleyebilir misiniz ?

İnternet üzerinde ve içinde yükselen uygulamalar, şehirlerin akıllı ve dijital hale gelmesi için harıl harıl çalışıyor. Etrafınızda olan ve görebildiğiniz hemen her “şey”e ulaşmaya çalışıyor internet. Etrafınızdaki her şey de kendisini bir internet nesnesi haline getirmeye çalışıyor, sensörler ve beacon’lar ile. Bu sayede şehirler ve onun içerisindeki yaşam dijitalleşip, internetleşince geriye sadece insanın ve bireyin dijitalleşmesi kalacak. Genlerimiz çoktan dijitalleşti bile. Sonrasında son işimiz, kendimizi bir sensör olarak hayatın içerisine yerleştirmek olacak, hayat ve yaşam yanımızdan hızla geçerken bizi algılasın diye. (Çipli nüfus cüzdanları projesi de belki buna çanak tutacak, kim bilir?). Ne yazık ki, çiplenmek de bir zorunluluk olacak eğer insan “şey” lere yenilmek istemiyor ise. Marjinal ve küçük faydaların peşinde, doymak bilmeyen internetin ve teknolojinin, gelişim adı altındaki değirmenine suyu hep birlikte taşıyoruz.

Daha mı iyi olacak yoksa kötü mü? " sorusunun cevabında o kadar gecikti ki insanlık. Hep hayatını kolaylaştırdığı için yeni teknolojileri, kendisine özgü o kusursuz “tembelliği” ile arsızca kabullenip tüketti. 

Akıllı bir evde yaşamanın, ve sabah kalkınca kahve makinasının kendiliğinden kahve hazırlamasını, veya evin kapısının bizi tanıyarak açılmasını gelişme sanıyoruz. Uzaydaki astronotların yaptığı gibi, sadece yiyecek tabletleri ile yaşamamıza da belki az kalmıştır. Bu konuda insanların gen haritalarına en uygun yemek reçetelerini çalışan onlarca araştırma olduğundan emin olabilirsiniz ?

1960’lı yıllarda, savaş çığırtkanları tarafından başlatılan bir savunma projesinin bir gün böylesi bir kontrolsüzlüğü, özgürlüğü ve sınırsızlığı tetikleyeceği öngörülebilmiş olsaydı, emin olun anında durdurulurdu. Bunu yaparken de duyacağı tek kaygı, gelişim ve değişimin dizginlerini bir gün kaptıracağı olacaktı.

Teknolojiye geldiği nokta üzerinden büyük bir fatura çıkarttığımın farkındayım. Yeni teknolojilerin, insanın gelecek on-yirmi yıllardaki problemlerine, nüfus artışına, kirlenmeye, eksilmeye, ısınmaya getirdiği katkılar ile bakmak ve onlara o alanda yaratacağı katmadeğer ile özenmek zorundayız. Yoksa, hiçbir fayda üretemeyen teknolojiler ile sadece kendimizi biraz daha esir edeceğiz kendisine. Bunu da yaparken mutlaka, omuzlarımızdan aldığı yükün yerine, gelişmiş insan olarak taşıyacağımız daha üstün yükler bulmak zorundayız. Yoksa yaşam, insan ırkının dışında kendisini organize etmeye başlayacak.

Karamsarlığı bir kenara yavaşça bırakıyorum. Teknolojik veya gelişmişlik adı altında bizi, biz olmaktan uzaklaştıran her şeye biraz mesafeli yaklaşmamız gerektiği ve içimizde bu gerekliliğe bir farkındalık beslemek zorunda olduğumuz söyleyip bitirelim “gidişat" kaygısını.

İnternetin, keşfi ile birlikte bize getirdiği/kazandırdığı en büyük armağana yani “özgürlüğe” yer açalım. Yarattığı o eşsiz ironiyi düşünüp, gelecek için ümit ile dolalım,

 

“Her savaş ve savaş korkusu beraberinde bir özgürlük filizlendirir, günü geldiğinde tüm yaşamı avuçlarının içine alacak” cümlesinde.

 

 

 

Ha bir de… Bugün olduğu gibi gelecekte de internetinizi kesmek isteyecek köpekbalıkları olacaktır, önemli olan internetin yarattığı özgürlüğün gücünü hep hatırlamak ve hatırlatmak olmalı, kablolarımızı onun inemeyeceği derinliklere daldırmalıyız.

Kazanan hep özgürlük olacaktır, ne pahasına olursa olsun...