Fazladan bir 15 yıl için ...

Birçok okuyanın hoşuna gitmeyeceğini bile bile, bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, iki saatlik bir uykunun üzerine ve uykusuzluktan küçülmüş gözler ile havaalanına doğru direksiyon başındaydım.

İnsan isteyince nasıl da uykusuzluğa direnebiliyor ?” sorusu beynimi kurcalarken, bizden uzak ilk senesinin ardından oğlum Deniz’i eve getirecek olmanın tatlı mutluluğunu hissediyor ve bir taraftan da bilinçaltımda Murakami’ninUyku” isimli kitabının sayfalarını çeviriyordum.

Sanırım bu seferki konumu yine bir Murakami hikayesine borçluyum. Alışılmadık bir şekilde kısa ve bir o kadar da format dışında yazmış olduğu “Uyku” isimli kitabını okurken düştüğüm kuyudan yukarıya çıkmaya çalışıyorum. Murakami, 35-40 sayfalık bu kısa denemesinde, 700 sayfalık kitaplarına eşdeğer bir lezzet ve etki bırakabilecek belki de tek yazar olmalı, ince ince işlediği satırlarında, “ne mutlu bana ki uyuyabiliyorum” ya da “uyumasam yapamadığım başka nelere zaman bulabilirdim ?” diye düşündürerek.

Kitabında Murakami, 30 lu yaşlarında ve insomania (uykusuzluk hastalığı) hastası olan bir kadının 17. uykusuz gününden geriye, başlangıca doğru taşıyor okuyucusunu ve onun uyku ile hesaplaşması üzerine şahane bir kurgu yapıyor. Insomania öncesindeki uykuya hazırlanış rutinlerinden, ve uykuya kadar geçen süredeki harcanmış saatlere bakıyor. “Hiçbirşey”lerle dolmuş uyanık saatler ile yapılan muhasebe, hastalık sonrası yerini ömrü boyunca çok az yaptığı geceler boyu süren yeme, içme ve çikolataya bırakıyor. Ve bir de Tolstoy ve Anna Karanina. Üstelik uyumadığını da kimse farketmiyor.

Bu yazı sonrasında , kitabı henüz okumamış olanların motivasyonunu bozmamak için kısaca son bir cümle yerinde olacaktır. Kitabı okurken, tüm Murakami kitaplarında olduğu gibi bir süre sonra yine tepetaklak oluyorsunuz ve kendinizi “gerçekte kimin uyanık olduğunu karıştırır” buluveriyorsunuz . İşte bu nokta size ilk “sihirli” sorunuzu hazırlıyor ?

İster istemez, “Neden uyuyorum ?” diyen zihnin baştan çıkarıcı bir egzersizini başlatıveriyorsunuz.

Yol göstericim ise Murakami’nin, “Ben uyumaya çalışan bir bedenim ve aynı zamanda uyanık kalmaya çalışan bir zihin” cümlesi olacak.

Günde ortalama olarak 8-9 saat uyuyan ve 80 yıl yaşayan bir insanın yaşamındaki ortalama uyku süresi 26-30 yıl arasında değişiyor ise eğer, bunun yarısını yaşama katabilmenin, yani günde 4 – 4,5 saat uyuyarak yaşamı 15 yıl kadar fazla deneyimlemek ve zenginleştirmekten bahsediyorum.

Uykuyu çok sevenler için imkansız, ama hayatı çok sevenler için çoktan denenmeye ve sonuç alınmaya başlamış bir proje…

Bu satırları okuyanlarınızın iki önceki cümlede asılı ve takılı kaldıklarının farkındayım. İşte Murakami’nin beni bıraktığı çukurun dibi de buydu. İnsan uykusuzluğa kendisini alıştırabilir veya kendi dinlenme rutinlerini yeni baştan formatlayabilir mi ?

Bu bizlere yeni olabilir ama üzerinde çok uzun bir süredir çalışılan ve pratiklere de yansımış bir konu. Bu konuda ki tüm arayışların başlangıç noktalarının neredeyse birbirinin aynısı olması beni oldukça şaşırttı.

Hem yeteri kadar uyuyabildiğinizi düşünmüyorsanız, ve hem de uyanık kaldığınız süre yaşam için size yetersiz geliyorsa, bu iki karşıt başlangıç size aynı senteze yaklaştıracaktır. Uyku programınızı gözden geçirmek.

Ama, “uyku” deyip geçmeyelim… Onu kısaca yakından tanıyalım. 

Yetişkin bir insan (26 ile 64 yaş arası)  günde ortalama olarak 7-9 saat arası uyuma ihtiyacı duyuyor .

1950 lerden bugüne artarak devam eden bilimsel araştırmaların ışığında bugün artık çok iyi biliyoruz ki, uyku dediğimiz bu süre birbirinden çok ayrı derinliklere sahip 3-4 bölümde gerçekleşiyor. İnsanlar için en yararlı olduğu düşünülen REM (Rapid Eye Movement) aşaması ise 7-8 saatlik bir uyku içerisinde toplam 2 saatlik bir bölüm içerisinde gerçekleşiyor. İşte insanlar, uykudan optimum faydanın peşinde koşarken buldukları fırsat.  Eğer uyku süresi içerisinde , vücuduma fayda sağlayabildiğim bölüm (REM) sadece günde 2 saat ise, onun dışındaki toplam 5-7 saatlik bölüm zaman kaybı mı olmakta ? Uykumu ne tür bir şekle dönüştürür isem hem REM bölümünü korumuş, hem de “harcadığım” kısmını en aza indirmiş olurum.

İşte tam bu noktada kapımızı Polifazik Uyku (Polyphasic Sleep) çalmakta, ve Murakami’nin tavsiye ettiği iştah ile, kapımızı ardına kadar açarak onu misafir etmekteyiz.

Polifazik Uyku (PU) insanların günümüzde kendilerini odakladıkları bir "uyku felsefesi" alanı. Uykuyu gün içerisinde birkaç bölüme dağıtmak suretiyle, uykuya yatılan zamanın hemen başlarında yakalanan REM durumunu etkin kullanmak ile ilgili. Aslında alışılmış tek bölümlü 8 saatlik uykuların dışında kalan tüm uyku rejimlerini içeriyor. Sağladığı en büyük kazanç ise, teorik olarak uykuya ayırdığımız süre içerisinde bize en fazla gerekli olan REM süresine yakın bir toplam uyku süresi buldurmaya çalışması, veya REM uykusuna yetecek en etkin dinlenme süresini oluşturmak.

Ayrıca "uyku"yu, süresindeki “gereksiz taramalardan” arındırdığı için de, uykunun kalitesini yükseltme süreci. (Eğer günde 8 saat yatakta uyuyarak geçiriyor iseniz ve hala yorgun ve bitkin uyanıyorsanız bence tam bu noktada olabilirsiniz).  

Etrafımızdaki , bizim dışımızdaki canlılara baktığımız zaman, alternatif biyolojik döngülerin nasıl oluştuğunu görebiliyoruz. İnsan dışında hiçbir canlı 8 saat gibi bir “gün” parçasını sadece uyumaya ayırmamakta. Çoğunluk canlılar, parçalı uyku tercihinde ısrar etmektedirler. Ayrıca insanlık tarihinin , endüstri devrimi öncesi dönemlerine bakıldığında bunu destekleyen ve insanların da genelde Polifazik Uykuculardan olduğu görülebilmektedir.

“Uykunun 8 saate sığdırılma veya dayatılma zorunluluğu acaba çalışma hayatının, üretimin bir dayatması mıdır ?” Kesintisiz 8-10 saatlik üretim yapabilmek için, içinde hiçbir dinlenme arası bırakmamaya ilişkin bir dayatma. Her yerde bulunabilen yapay ışık parıltılarının (ubiquitous glow of artificial light) ki buna kısaca elektrik diyoruz, bulunmasından önceki dönemlerde, karanlık nedeniyle azalan üretkenliğin ortadan kalması için ihtiyaçtan değil, zorunluluktan ötürü oluşturulmuş 8 saatlik dinlenme zamanı. “Işık yoksa yat uyu, dinlen ki, ışık olduğunda dinlenmeden çalışabilesin ! ”. Bu düşünce ve yaklaşım, günümüz uzmanlarına insanoğlunun bir bütün uyku yerine, herbiri dört saatlik iki küçük uykuya daha uygun olduklarını düşündürtmektedir. Zira, elektriği insanın hayatından uzaklaştırdığın zaman uyku düzeni 4 saatlik dönemlere kendiliğinden değişmektedir. Bununla ilgili olarak yapılmış oldukça ciddi araştırmalar ve testler ilgilenenler için mevcuttur.

Bir an için Latin Amerikan Polifazik Uyku alışkanlığını düşünün. Öğledensonraları uyunan “siesta” lara kurgulanmış bir Polifazik sistem. Akdeniz bölgesi alışkanlık olan 5-6 saatlik gece uykusu ve 1-2 saatlik öğledensonra kestirmeleri de aynı kökten beslenmektedir. Ortaçağda veya Antik Roma’da öğleden sonra uykularınının izlerini Homer’in Odyseus’unda bile bulmak mümkündür.

Uykunun Polifaze edilmesini kabul edebildikten sonra bundan nasıl yararlanabileceğini düşünenler çok ciddi bir şekilde artık iş yaşamını baskı altına almaya çalışmaktalar ve bugün önemli sayılabilecek “start-up” lar (yeni şirketler) çalışanlarına polifazik ortamları sağlamayı denemekte ve uyku odaları tasarlamaya başlamış bulunuyorlar. Ancak bu noktada, sevinmeye başmadan önce durup düşünmeniz gereken bir konu var. Bu uyku rejimi değişimini tetikleyen ihtiyaç, daha fazla uyumak değil, daha verimli uyumak. Yani geceleri daha az uyumayı gerektiriyor.

Polifazik uyku rejimine geçebilmek, işyerinde zamanımız geldiğinde uyuyabilmek imkanı ile yakından ilişkili. Bu konudaki zorlamalar birden fazla ekolü paralel olarak gelişmekte

Everyman, Uberman ve Dymaxion gibi enteresan denemeler, kendilerine çoktan büyük taraftar grupları yaratmış durumda.

 

Örneğin, Everyman 3’lü grubu geceleri toplam 4 saatlik uyku ve gün içerisinde 3 küçük adet 20 dakikalık kestirme ile günlük 5 saatlik uyku hedefi taşırken,  daha çılgını olarak kabul edilen Uberman yöntemi her dört saatte bir 40 dakikalık uyku ile bu süreyi 4 saate indirmeyi hedefliyor. Bu düzene vücudun alışması ile birlikte vücudun hem daha etkin uyuduğunu ve bilinçsiz harcanan sürenin en aza indirilebilmesi ile “yaşam”ın günde 20 saate yaklaşabilmesini amaçlıyor.  Bu uyku nöbetleri sırasında vücut REM aşamasının dışına çok fazla çıkmıyor.

Bu sistemler içerisinde en fazla ileriye gideni, hiç kuşkusuz ki, Amerikalı mimar, system teorisyeni, tasarımcı ve gelecekçi (futurist) Buckminster Fuller’in (1895 – 1983) isimlendirdiği Dymaxion yaşam tarzının bir parçası olan modeldi. Her altı saate bir 30 dakikalık uyku ile kurgulanan günde 2 saate kadar indirilebilmiş uyku süresi. Fuller, bu modeli eşi tarafından vazgeçirilinceye kadar uzun yıllar uygulamış ve birçok çalışmasını, bu alışkanlığın kendisine getirdiği üretkenlik ile ilişkilendirmeyi de başarmıştır.

Uyku kalitesini, yani ona ayırdığımız sınırlı zamana hakkını verecek dinlenme ortamına ilişkin herkesin bildiği şeyleri tekrarlamak istemiyorum, ama yine de bu değişikliğe kalkışanların ortak izledikleri yollar var. Araştıranların onları kolaylıkla bulacaklarına eminim.

Bu uyku sistemi bir fantazi değil . Aksi halde, Napoleon Bonaparte, Thomas Jefferson, Winston Churchill, Benjamin Franklin ve Margaret Thatcher’ın başını çektiği birçok devlet insanı, Leonardo Da Vinci, Sir İsaac Newton, Thomas Edison, Nikola Tesla, Einstein gibi yaşamlarının ötesinde üretim yapmış dahilerin azaltılmış uyku rejimlerini benimsemiş olmalarını açıklamak imkansız hale gelirdi. Dünyayı tek başına dönmeye çalışan denizciler, savaşa hazırlanan ordular, evden ve uzaktan çalışan global işçiler, kutup bölgelerinde 6 ay gece yaşamak zorunda kalan biliminsanları,  hepsi çıkışı gereksiz uykudan kurtulmakta buluyorlar.

Şimdi lütfen arkanıza yaslanın ve uyku düzeninizi yenilediğinizi ve Polifazik hale getirdiğinizi düşünün. Kendi tercihiniz ve biraz egzersiz ile kavuştuğunuz 15 yıllık ilave “yaşam”a neler sığdırabilirsiniz?

İşte o zaman eminim ki, benim oğluma kavuşmak için seyahat ederken neden kendimi uykulu hissetmediğimi de anlayabileceksiniz. 

Belki hemen değil ama mutlaka bir gün, iş dünyasının yönetimi insana geçecek ve yaşama daha çok yer açacak şekilde kurgusunu değiştirmek zorunda kalacaktır. İşte o gün geldiğinde, en azından hazır olmalıyız daha az uykuya...