Proserpina'nın gözyaşında boğulmak

Tam önünde dururken bulacaksın kendini, ağzın hayranlığını gizleyemeyecek kadar açık, ve daha önce hiç fark etmemiş olduğun duyguları yanındakiler ile paylaşarak çığlık çığlığa susacaksın. Aklın gidip gelecek günümüz ile 1700ler arasında şaşırarak.

Roma’nın merkezine çok yakın, Borghese parkının müzeye çevrilmiş olan eski malikanesinin, belki eski bir yemek salonudur ortasında durduğun ve hayretler içerisinde bir mermerdeki gözyaşlarında boğulduğun.

Sanatla uğraşmamış olman, hayatında bir kez olsun kumdan kale bile yapmamış olman değiştirmeyecek bu deneyimi, anlayabilmek için bakacak, bakacak ve bakacaksın Proserpina’nın gözünden süzülen yaşlara.

Bir zamanlar pek bir moda olan Dan Brown’un “Melekler ve Şeytanlar”ının peşinden gitmiştik eşimle birlikte Roma’ya, ve bu nedenle de turumuzun önemli bir bölümü o seyahat sonrası bizi kendisine hayran bırakan Bernini’nin izlerini sürmekle geçmişti.

Bernini’nin birbirinden eşsiz ve de büyüleyici eserlerini birbirinin peşine dizerken, eşimin bulaşıcı sanat ve müze düşkünlüğü sayesinde ulaştığımız bu müzede, bir anda onun üç şaheseri ile yüzleştiğimde, binadan çıkarken “heykel” konusunda bambaşka düşünen birisi olacağımın farkında değildim. 

Soğuk ve şekilsiz bir mermer bloğa, nasıl bir duygu ve beceri ile aktarılabildiğini anlamakta zorlandığım bu görsel mükemmelliğin, herkese bir gün denk gelmesi en büyük dileğim.

Bir heykeltraş mimar ve ressam olan Giovanni Lorenzo Bernini(1598 – 1680) 17.yüzyıl Romasında “Barok” tarzda çalışan ve yaşamı boyunca neredeyse Roma’da bugün bilinen eserlerin yüzde yetmişini üretmiş bir sanatçı.

Eserlerinin Roma ve Vatikan’da yoğunlaşmasının en temel nedeni ise heykele karşı olan büyük yeteneğinin sayesinde Kilisenin himayesi altına girmiş olmasıdır. Dört Irmak Çeşmesi ve birçok kilisede (ki en görkemlisi Santa Maria Della Vittoria) mihrap nişleri onu ve sanatını çok bilinir kılmasına ve Roma sokaklarında neredeyse her adımda bir Bernini şahaseri ile karşılaşmanıza rağmen, beni soluksuz bırakan Proserpina’nın gözyaşları oluyor.

Bernini’nin ustalığına olan heyecanımı yok etmek niyetinden uzak, sadece tamamlayıcı olması ve merak edenlerin işini kolaylaştırması amacıyla, zihnimdeki heykel kavramını yerle bir eden bu 3-4 boyutlu şaheserin kompozisyonuna mitolojik açıdan kısaca girmek zorundayım.  Çünkü bu detayı bilmek, o mermeri daha da canlı hale getiriyor.

Heykel gözyaşları içerisinde Pluto’dan (Hades) kurtulmaya çalışırken betimlenen Proserpina’yı ve mermerin sınırlarına dayanmış bir ustalığı sergiliyor. Kerberos, yani yeraltı dünyasının bekçisi olan 3 başlı köpek, mağrur duruşu ile hikayenin Proserpina açısından yenilgi ile sonuçlandığını anlatıyor. Zeus ve Demeter’in ( bereket ve mevsimlerin tanrısı) kızı olan Proserpina,  tarlada çiçek topladığı anda yeraltı tanrısı Pluto tarafından kaçırılır. Kızının yeraltına kaçırılmasına çok üzülen Demeter Zeus’u terk eder ve toprakların bereketi kesilir. Tanrılar, bereketin geri gelmesi için Demeter’e, Proserpina’yı serbest bırakması için de Pluto’yı ikna etmeye çalışırlar ve sonunda, yeraltından tamamen çıkabilmesi imkansız olan Proserpina için sadece 9 ay için yeryüzüne dönebilmek ve sonra tekrar 3 ay için yer altına dönmek mümkün olur. Proserpina döndüğünde annesi Demeter yeryüzünü ilkbahar çiçekleri ile donatır ve gittiğinde de kış geri gelir. Mitoloji bu ya, mevsimler de bu şekilde oluşur.

Sanat ve sanatçının en büyük işlevi ile işte tam bu noktada kendimi Proserpinan’nın gözyaşlarını hatırladığım zaman buluşuyorum. Ben ne mitolojilk olarak bana resmedilenin peşindeyim ne de bundan 400-500 sene önce yapılan kompozisyonun bana anlatmak istediklerinin. Beni kendisine tutsak bırakan o eşsiz yeteneğin avuçlarında, karşısında dikildiğim 15-20 dakikalık süre içerisinde, kendi zihnimi ve aklımı özgürleştirmiş olmanın kazancı ile onun doğal sonucu olan yaratıcılığın peşindeyim. Bernini ve de diğer heykeltraş ve ressamlar, eserlerine bakanlar için işte bu özgürlük alanını sağladıkları ölçüde ve onları hayal gücünün sınırsızlığı ile buluşturdukları oranda başarılılar.

Çağlar boyunca biçim ile öz arasında gide gele şekillenmiş olansa sanat; biçimin öze, özün biçime aktarılmasındaki başarı da sanatçının başarısı oluvermiştir. 

Sanatçının başarısının tarifini, “var olanda var olmayanı arayıp bulmaya çalışmak ve çalıştırtmak”  olarak yaptığım zaman ise, kendimi bir anda Galleria Borgese’nin koridorlarında veya en güçlü hayal ve duygularımı keşfettiğim tek başına duran bir ağaçtan oluşan bir Hüseyin Sartaş resmi karşısında buluveriyorum .

Size ne düşündürtüyorsa, kendisinden “başka” alanlarda, işte sizin sanatınız o olmalıdır, yapana da sanatçınız diyebilmelisiniz. 

Bu yazıyı, yani Bernini ve Proserpina’yı yazmaya başladığım zaman henüz ilk satırlarımda eşim tarafından “sıcak haberleri” izlemeye çağırıldım. Bayram tatili öncesinde bitirip yayınlamayı düşündüğüm bu yazı, eğer o “sıcak”  ve“üzücü” olaya toslayıp yerlebir olmasaydı, o gün belki bambaşka bir şekile yürüyecekti. Atatürk Havalimanı’nda ölmüş ve yaralanmış onlarca insanın görüntüsü ile kötülük karşısındaki çaresiz isyan şekillenirken içimde, yazıyı yazabilecek ve iyi şeyler düşünebilecek halim kalmamıştı. Allah Belalarını versindi, kahretsindi, beni meşgul eden tek düşünce… Bıraktım..

O günkü yazım, Proserpinanın bacaklarını sıkan Pluto’nun elleri ile oldukça mekanik başlayacaktı. Benim için heykel sanatının, en sınırdaki detayı ile.  Heykelin hemen arkasındaki detayda buluveriyorsunuz o canlı ve biçimlendirilmesi imkansız gibi görünen özü. Bu pençeyi görmeden yazdıklarımı hissedebilmeniz zor olsa da, mermeri yumuşak bir malzeme gibi hissettiren bir ustalıktan bahsediyorum. Müstehçenlik değil…

Heykeli tartışanlar, üç ayrı özelliğini sıralıyorlar, bilenler olarak. Proserpina’nın gözyaşları, Plutonun baldırı boğan eli ve iki yana açılmış ve bir mermer için imkansıza yakın bir zorluktaki Proserpina posturü. Bunların hepsi Bernini’nin becerisi ve yeteneği üzerinde bağlanıyor birbirine.

Ama herbirini farklı gerekçe ve düşünceler ile anlamak ve hissetmek de mümkün. Üstelik de bunları Bernini’nin içinde olmadığı cümleler ile yapabiliyorsunuz. Mermer bloktan, iki yana açılmış ince iki kol yaratmak bir mühendis gözü ile statik, malzeme ve yontma kuvveti hesaplarını düşündürürken. İstem dışı zorlamayı gösteren ve isyanı körükleyen Pluto’nun pençesinde kaba kuvveti, şiddeti, nefreti ve zorbalığı buluyor. Ya da, tüm insani duygularınızı sığdırabileceğiniz iki küçük gözyaşı damlasında hüzün, yenilgi, zayıflık ve intikam filizlerini.

Yazıyı  ne yazık ki başladığım yerde yürütüp, ilk istediğim yerde bitiremedim. Ama eğer ki sanat bana bir şeyler düşündürtmek, yaşatmak ve keşfettirmek içinse görevini tamamladı ve insanlık için süzülen 2 damla gözyaşı olup mermerden süzüldü.

Bir gün yolunuz düşerse Roma’ya, vakit ayırıp ziyaret edin Viila Borghese de çırpınan Proserpina’yı ve kendinizi onun bacağını kabaca sıkan ellere değil gözlerindeki iki adet gözyaşına hapsedin. Silmeyi deneyin hayalinizde, kurutmaya çalışın çaresizliğin gözyaşını.  Bernini, sizden bunu bekliyor olmalı…

Bir de bu arada, aynı galeride bulunan ve en az Proserpina’nın Kaçırılışı (ya da Rape) kadar ünlü ve tarif edilemez, Davut (yine Roma'daki Michalengelo'ya ait olan Davut heykeli kadar güzel) ve Dafne heykellerine de 1-2 saat harcamayı unutmayın. İnanın o gece uyurken kendinizi başka bir insan olarak ve çok daha zengin hissedeceksiniz.

Bir Roma seyahatinden geriye kalan, soğuk iki damla gözyaşı oluverecek. Zorbalığa isyanınızın bir simgesi olarak, hep yanağınızı ıslatacak..

 

Gidemeyecek olanlar için aşağıdaki video aydınlatıcı olacaktır....