İnsanlığın "gerçek" ile sınavı...

Neyin gerçek, neyin hayal olduğunun anlaşılmadığı günleri yaşarken, neyi doğru ve neyi yanlış yapıyor olduğunu fark etmekte zorlanıyor insan.

Hiç olmazmış diye düşündüklerin kolaylıkla ve sadece seni şaşırtarak oluverirken, hep olanların da bir gün gelip olamayacağını düşünmeye başlamak insanın ezberini bozarak , rolünü yeni baştan yazmaya ihtiyacı olduğunu hissettiriyor.

İşte tam bu zihin bulanıklığının ve karmaşasının ortasında yalnız, neye ne tepki vermenin doğru olacağını bulmaya çalışırken kendimi Denis Diderot ile baş başa buldum. Bu birlikteliğin nereye varacağını bilemiyor olsam da, bundan 250 sene önce karanlıkta doğup ışıkta ölen, Avrupa aydınlanmasının önemli bir kahramanını düşünmüş olmak bile içimi biraz olsun ferahlattı.

Ama sonrasında, “biz niye bir türlü aydınlanamıyoruz ?” sorusu ruhumu kararttı ....

Belki de sadece bu nedenle Diderot’nun daha az bilinen bir yönüne odaklanarak farklı bir yere ulaşmayı tercih ettim. Ama öncelikle onu biraz hatırlamamız gerek. Çünkü o ve arkadaşları, çok daha elverişsiz koşulların ortasında yapmışlardı “gerçek” için olan mücadelelerini.

Denis Diderot (1713 – 1784) yaşadığı döneme sadece bir tek hizmet sığdırabilmiş olsa, yine de yazılmasına ve basılmasına önderlik ettiği Ansiklopedi ile “yaygın olan düşünce tarz ve düşünüş şekillerini” değiştirmek için çabalamış, onun aydınlanmanın temel metni olmasını sağlamak için uğraşmış olması, yaşamını çok anlamlı kılmaya yetecekti.

Tüm eğitimi İngiliz edebiyatı, güzel sanatlar ve müzik alanında olsa da arkadaşlarını (Jean-Jacques Rousseau, John Locke, Voltaire ve Montesquieu) çok doğru seçebilme yeteneği, onu bir anda batı dünyasının tüm gelişim kapılarını ardına kadar açacak ve toplumsal gelişimi sağlayacak olan bir aydınlanma hareketinin ortasına koyacaktı. Onun bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve başarma azmi sayesinde gelişen bu hareket ile batı dünyası kazançlı çıkacak, onların açtığı kapıdan hızla zamana akacak ve rasyonel düşüncenin önündeki tüm yapay engellerden arınmanın çarelerini bulacaktı. Özgürlüğüne kavuşan insan beyninin “gerçek “ arayışı ve sevdası sanatsal, sosyal, bilimsel ve toplumsal tüm gelişmenin temel motivatörü olacaktı.

Diderot aslında bu işe biraz da tesadüfen bulaşmış gibi de düşünülebilir. Başlangıçta İngilizceye hakimiyeti ve İngiliz Edebiyatı bilgisi sayesinde fırsat onun karşısına, 1728 senesinde Ephraim Chambers tarafından Londra’da basılmış olan “Cylopeadia – Sanat ve Bilim için evrensel sözlüğü” nü Fransızcaya tercüme etmesi şeklinde çıkmıştı. Diderot bu teklifi derhal kabul etmekle kalmamış, bu çeviri içerisine dönemin “değişim ve gelişim” sevdalısı olan arkadaşları ile birlikte, dünyanın tüm mevcut birikmiş bilgilerini sığdırabilme hayalini kurmuşlardır. İşte bu nedenle Encylopedia, 26 yıllık bir emek, elle matbaa dizilimli 20 milyon kelimeden, 70.000 başlıktan 36 ciltten oluşurken önemli bir kaynağa dönüşmüş, bilginin çağlar boyunca en büyük engelleyicisi olan tüm kurumların düşmanlığını kazanmış ve büyük bir bölümünün gizli gizli hazırlanması kaçınılmaz olmuştu.

Sadece içindeki “insan bilgisinin figurative sistemi” (Figurative System of Human Knowledge) başlıklı bölümü bile, çağın aydınlanması önündeki devlet ve kilise engellerinin yıkılması ve bilginin özgürleşmesi için ne kadar değerli bir “ilk” olduğunu anlatmaya yetecektir. (Meraklı olanların bu tabloyu araştırması ve kurgusunu anlamaya çalışması “aydınlanmanın” ne kadar zor olduğunu fark etmelerine yardımcı olacaktır.)

Tablonun, insanın “bilgi” yi algılaması ve kullanmasına ilişkin sistematiği; bellek (yani tarih), kavrama (felsefe) ve hayal etme (şiir) üçlemesi ile inceliyor olması ve oluşan tablo içerisinde “teolojinin” ve “inanç sistemlerinin” tablonun neredeyse dışına yakın bir yerlerine ve çok küçük bir etki ilişkisi ile yerleştirmiş olması, onun bilginin özgürleşmesi yolundaki en büyük başarısı olarak düşünülebilir.

İnsanlık işte bu nedenle, gerçeği ilk dile getiren ve onu savunan düşünürleri, bilginin özgürleşmesi yolunda yaptıkları çabalar nedeniyle ölümsüz saymaktadır.

250 yıl önce yaşamış olan bu büyük insanları , Diderot, Jean-Jacques Rousseau, John Locke, Voltaire,  Montesquieu ve onlarda bilgi açlığı oluşmasına neden olan,  inanışa değil “deneye ve gözleme dayalı” bilimsel düşünce tohumları serpen Kopernik, Galileo ve en çok da Isaac Newton’u dönüp dönüp hatırlıyor olmak bazen öylesine ağır geliyor ki. 21.yy başlarında, her bilgi elimizin, klavyemizin altında iken, henüz matbaa bile tam yaygınlaşmamışken bilgiyi yaymaya ve insanları aydınlatmaya çalışanlar karşısında  saygı ile eğilip eğilip duruyoruz. Her ne kadar konumuz “gerçek” ve “aydınlanma” olsa da, bu utancı bu yazıda daha fazla sürdürmek istemediğim için, Diderot’un daha az bilinen bir yönüne geçmek ve sizlere “Diderot Etkisi”nden bahsetmek istiyorum.

İnsanlığa ışık yaratmaya derinlemesine dalmışken; Diderot, kız kardeşinin evlenme merasimi için gereken parayı bulmayı beceremeyince, dünyanın materyal koşulları ile tanışmak zorunda kalmış ve çareyi yılların birikimi olan kitaplığını ve külliyatını satışa çıkartmakta bulmuş. “Gerçek”in onun için değiştiğinden değil, ama bir zorunluluktan verdiği bu karar, onun kitaplarına talip olan Rus İmparatoriçesi II.Katerina ile tanışmasına neden olmuş.

Katerina, Diderot’un kitaplarını almakla kalmamış onu bir de yıllık maaşa bağlamış. Bu maaşın 25 yıllık olan kısmını da peşin olarak ödemesiyle birlikte de, ihtiyaç fazlası para ile ilgili hiçbir deneyimi olmayan Diderot için, kendisinin bile yadırgadığı davranışların oluşmasına neden olmuş.

Diderot o günlerde 52 yaşındadır ve ilk kez kendisine pahalı, kırmızı bir elbise alır. İşte o andan itibaren onun için işler ters gitmeye başlar ve o kırmızı elbise uydurabileceği hiçbir şeyi olmadığı için neyi var neyi yoksa, elindeki paranın da yoldan çıkarıcılığı ile, yenilemeye başlar. Elbiseye uyum sağlamak için ayakkabı ve gömlekler ile başlayan bu dizginlenemez alma güdüsü, ona halı, koltuk, masa sandalye, perde ve hatta heykeller aldırır.

Bu reaksiyonel ve irrasyonel satın alma manasızlığına bugün biz “Diderot Etkisi” diyoruz.  Satın alınan yeni bir şeyin, yarattığı “spiral” (döngüsel) ihtiyaç illüzyonu ile yeni ve aslında gerçekte ihtiyaç duyulmayan şeylerin satın alınmasına neden olması.

Yaşam doğal olarak kendisini daha fazlasıyla doldurmaya eğilimlidir. İnsanoğlu, çok nadir olarak eksiltmeyi ve azaltmayı düşünebilir.

İşte bu nedenle, tüm pazarlama ve satış teknikleri bu Diderot Etkisi tuzağını bilerek, acımasızca kullanırlar. Süpermarketlerin reyon yapıları, rafların dizilişi, süpermarket CRM çözümlemeleri, eğilim araştırmaları, vs, hep bir malı alma amacı olmayanların aklını çelebilmek ve onu Diderot Etkisinin girdabına sokabilmek içindir.

Bir an için düşünün, eminim ki kolaylıkla bulacaksınız, hiç ihtiyacınız olmayan bir şeyi aldığınız durumu veya “ben bunu niçin almış olabilirim ?” sorusunu cevaplamaya çalıştığını bir zamanı. Cevap, Diderot….

Kendi tanımlaması ile “Ben eski elbiselerimin ustası iken, bu yeni elbisenin kölesi oldum..” derken Diderot, aydınlanmanın dehası olarak sığ bir suda boğuluyor gibi.

Bizi hayatta nelerin kandırdığına ve yoldan çıkarttığına bir farkındalık beslemek zorundayız. Aksi taktirde, zaaflarımızı acımasızca kullanacak olan toplum mühendisleri bizi kendi yaratmak istedikleri “gerçek” içine çekmek için bir illüzyon yaratacaklar ve bunu bize “gerçek”miş gibi pazarlayacaklarıdır.

İşte bilgi toplumu en büyük sınavı burada verecek… Çünkü kandırılmaya olan elverişliliğimiz sadece mal satın alımlarında ortaya çıkmıyor. Sorgusuz sualsiz kabullenişlerimiz toplum mühendisleri tarafından çağımızın en elverişli ham maddesi haline geliyor. Gerek internetin içine tıka basa doldurulmuş, yarısı doğru yarısı yanlış bilgiler, gerek sosyal medya üzerinden şekillenen ve giderek irrasyonel hale gelen tepkilerimiz, harekete geçme konusunda ki yavaşlık ve çekincelerimiz ile okumayan, öğrenmeyen, merak etmeyen, sormayan, aramayanlar olarak aydınlanmanın 250 yıl sonrasında karanlığa doğru koşar adım ilerliyoruz. Çünkü gerçeği bizden uzak tutanlar, yine kendi kabul ettikleri gerçeği bize çeşitli formlarda yutturmak suretiyle aydınlanmanın rövanşını almak üzereler. Bizi ve insanlığı bekleyen “gerçek ötesi” (post-truth) tehlike işte budur.

Diderot etkisi, bunu bir yere kadar açıklamaya yetiyor. Ben bir insan olarak ihtiyacım olmayanı almak ve kendi hayal ettiğim veya hayal etmem istenen geçici gerçeği olduğu gibi kabul edebilme zaafına sahibim.

İnsanlar ihtiyacı olmayan bir malı veya düşünceyi neden satın alırlar?” sorusunun cevabını aramadan ne yazık ki direnemeyiz. Çünkü bunu karşımızdakiler özellikle bir silah olarak kullanıyorlar ve “gerçek” ile aramıza engeller koymaya çalışıyorlar.

Karşımıza çıkan her probleme tek bir soru sormalıyız, onu çözmeye çalışmadan önce... Gerçek misin ?...