Yaşam acı mı çekiyor ? ...

Hayat giderek çekilmez bir hal alacak ve her şey daha kötüye gidecek. Bu günleri ve bu yaşadıklarımızı arar duruma düşeceğiz, zira yaşadıklarımızın bize katacağı hiçbir şey kalmadı, artık “biz” fazlalarımızı yaşama sunacağız.

Bu yazının sonuna gelenler, harcadığı zamana üzülecek. Bana kızacak ve bir daha okumayacak. Yazıyı okumayı bitirenlerin aklında ve damağında sadece hüzün, üzüntü ve acı kalacak, içlerini sonsuz bir endişe ve korku kaplayacak.

Bu düşüncelerimi, birbirinin peşi sıra dizmem o kadar kolay ki, neredeyse hiçbir emek gerektirmiyor. İşte “karamsarlık” böylesine kolay bir şey… Eminim ki, bu üç-dört cümleyi bile okumak sizi tedirgin etmeye yetmiştir. Duyu ve düşüncelerimiz “kötü”ye ve “kara”ya daha davetkarlar.

En kolay iş, yaptığın veya yapacağın her işle, atacağın her adımla ilgili olarak önce kötü ve olumsuz sonuçları algılamak. O sonuçları dilediğin kadar çeşitlendirerek kullanmak. Çünkü çocukluğumuzdan beri “kötü” ve “kara” ile terbiye ediliyor, onlarla dizginleniyoruz. Karamsarlık en temel kabullenişlerimizden bir tanesi haline getiriliyor, bütün eğitim hayatımız süresince.

Yüzyıllar boyunca, insanın insana hükmetmeye başlamasından beri; yasaklar, karanlıklar, korkular, cezalar, cehennemler hükmediyor yaşama. Birçok inanç sistemi, yaşamın aynı zamanda acı çekmek olduğunu söylüyor, ki böylece beklentiler ayarlanabilsin, mutluluk kontrol edilebilsin.

Öyle veya böyle, her insanın yaşamla ilgili bir tek temel talebi var. Hayalindeki mutluluğu gerçekleştirebilmek. Mutluluğun derecesi ise, beklentiler ile gerçeklerin orantısında gizleniyor.

İşte karamsarlık tam da bu noktada devreye giriyor ve fayda sağlamaya başlıyor. Zira karamsarlar, beklentilerini düşürmenin ve azaltabilmenin gücüne inananlardır. Onlara göre yaşam daima kaos ve karmaşaya doğru ilerlemekte, geçici ve kısa “düzen” geçişleri ile hep kendisini bozmanın yollarını aramaktadır.

Buraya kadar, size karamsarlığın kötü bir şey olabileceğini anlatıyor olduğumu düşünmüş olabilirsiniz. İçine en hızlı daldığımız, çıkmaya çalışmadığımız gibi, kendimizi rahat hissetmek için etrafımızdakileri de içine çekmeye heyecanla uğraştığımız bir duygu. Çok baskın olduğu için, ondan kolay kolay uzak durabilmek de pek mümkün değil.

Ben tam tersine, karamsarlığın gücünden bahsetmek istiyorum.

Antonio Gramsci           (1891-1937)

Antonio Gramsci           (1891-1937)

İtalyan düşünür ve sosyal kuramcı Antonio Gramsci (1891-1937), Mussolini’nin faşist rejimine denk gelen, acı ve eziyet dolu yaşamı boyunca Literatüre “hegemonya”,  “sivil toplum” ve “toplumda aydınların işlevi” üzerine bolca teori ve özgün görüş geliştirmiştir.

Kendisinden alıntı yapacağım ve sizi de onu düşünmeye davet edeceğim cümlesi ise, başlı başına çılgınca. Kötümserlik ve karamsarlık üzerine olan tüm tezleri maharetle sonsuzluğa taşıyor.

 

Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliğidir..!” diyor Gramsci..

İçinden çık, çıkabilirsen…. (Pessimism of the Intellect, Optimism of the Will)

Yaşamın içerisinde , aklı başında herkesin ve her aydının / entelektüelin kolayca fark edebileceği, bilgiye, bilime, akla dayalı ve tarih bilmekle anlaşılabilen tehlikeler var. Bu tehlikeler “aklın kötümserliğini” kolaylaştırırken, bir taraftan da onun hedefine hep çözülebilir problemleri yerleştiriyor. Karamsarlık içerisinde “Akıl” daha gerçekçi davranıyor ve kontrol edemeyeceği konuları çözmeye uğraşmıyor, enerji tüketmiyor.

Ama bir taraftan da biliyor ki, “geçmişin” çözülemez sanılan tüm problemlerinin günü geldiğinde çözülmüş olması, İradenin “iyimser” kalmasını sağlıyor. Karamsarlık ve iyimserlik aynı bünye içerisinde el ele verdiği zaman ancak ölçülü bir gelişim mümkün olabiliyor.

Kafası problemler ile dolu olan  herkesin, kötümser ve karamsar olması işte bu nedenle doğaldır. Bu durum aklın en büyük hakkıdır. Akıl karamsar olabilme hakkını söke söke alacaktır. Çünkü bu karamsarlığın arkasında “iyimser” bir irade ve niyetin yeşerebilmesi bu karamsarlığa bağlıdır.

Her yenilgi entelektüel ve moral düzensizliği beraberinde getirir. En kötü korkuların karşısında umutsuzluğa kapılmayacak ve aptallığın tembel coşkusuna kanmayacak, ciddi ve sabırlı insanlar elbette ki çıkacaktır.

İçinde yaşatıldığımız çılgın ve “iyimser” dünya, bize bir şeyler yutturmaya ve satmaya çalışanlarca boyanmış,  allanıp pullanmış bir illüzyon. Üstelik de teknolojiyi ve onun tüm nimetlerini de “gerçekler” ile aramıza sokarak, sistemin kendi yarattığı “iyimserlik aşılı” dünyayı gerçekmiş gibi algılatan bir illüzyon. Kendisini giderek geliştiriyor ve bizim yaşamımızı daha fazla işgal ve kontrol etmeye çalışıyor. (ör. Ekonomik krizin ortasında, Türk Parası yerle bir olmuşken, televizyonlardaki ve sosyal medyadaki inşaat ve gayrimenkul ilanlarını gözünüzün önüne getirirseniz, ne demek istediğimi daha kolay anlayacak, mutluluk ayarlarımızla nasıl oynanmaya çalışıldığını ve nelere inanmamız istendiğini algılayacaksınız. Yeter ki tüketelim, hem de sistemin istediği zaman, miktar ve şekilde.) Günde kişi başı ortalama 5 saat televizyon seyreden, karşılığında ise kişi başı yılda 1 saat kitap okuyan (yanlış okumadınız) bir topluluğun içerisinde olduğunuzun ne anlama geldiğini bilmek zorundasınız. İşiniz, işimiz işte bu nedenle çok zor. Koşullu kandırmacaya direnebilmek için size teknoloji  ve medya üzerinden kurulan tuzakları hissedebilmelisiniz. Bulunduğumuz coğrafya, her söyleneni inanmaya çok elverişli insanlarla dolu.

Akıl, bunların farkında kalarak, karamsar olmayı seçmeli ve iyimser bir iradenin gücü ile kendisine çıkış yolu hazırlamayı sürdürmeli. Ne yavaş ne çok hızlı..

Teknoloji ve pazarlama, insanlığa gerçekleri sorgulatır duruma geldi. Çağımız kendisini hızlı bir şekilde “gerçek ötesi” (post-truth) kavramların tutsaklığına hazırlıyor.  İstisnasız her coğrafyada ve gelişmişlik düzeyinde, objektif gerçekler kamuoyu yaratma konusunda, duygu ve kişisel varsayımlar ile yarışamıyor, "gerçeklerin sonuç üzerindeki hakimiyetleri" ise  neredeyse kalmadı. İnsanlar, televizyon ve internet üzerinde gördükleri her şeye inanır ve kolayca “istenileni” kabullenir oldular. Bu nedenle, bence, önümüzdeki dönemin aydınlanma mücadelesi, teknolojiye karşı olmak zorunda kalacak. (Bu tespiti, daha sonraki bir konuda ele almak üzere şimdilik park ediyorum.)

Karamsarlık için ne kadar çok nedenimiz var değil mi ? Arkanıza yaslanıp 5 dakika düşünseniz, sayfalar dolusu karanlık yaratabilirsiniz. Mücadele ise Gramsci’nin cümlesinden geçiyor. Karanlık ve kötü ile mücadelede, “karamsar” ve “kötümser” olma nedenlerimizi düşünerek kendimizi şarj etmeliyiz.

Karamsarlığın tek nedeninin, içimizdeki iyimserlik olduğunu bilmek durumundayız. “İyi” ye ilişkin tüm düşüncelerimiz, bizi istekli ve yaşama karşı arzulu kılıyor.

Bu tespit içerisinde, sadece etrafınıza bakın ve karamsarlığın peşinde, karamsarların yanında saf tutun, zira onların içerisindeki “iyimser” irade, mutlaka bir çıkış yolu bulacaktır aydınlığa doğru.

Evet “yaşam acı çekiyor”… 

Karamsar olma hakkınızı sonuna kadar kullanın ve iradenize güvenin… Size doğru yolu gösterecektir.

Şimdi, acı çeken yaşamın karşısında ayağa kalkarak, “Karamsarım, öyleyse varım !” deme zamanıdır…