Babadan çocuğa...

Villa.Borghese.360.11611.jpg

O tarif edilemez güzellikteki parkın içine büyük bir maharet ile yerleştirilmiş müzeyi ziyaret etmemiş, o inanılmaz heykellerin karşısında nutku tutulmamış ve küçük dilinin tadına bakmamış olanlara nasıl anlatacağımı bilmiyor olmam, yine de cesaretimi eksiltmiyor. Bana bu kadar çok ilham veren bir başka sanatçı hatırlamıyor, ya da konu o olduğu zaman diğer sanatçıları unutuyor olmamın kuşkusuz cesaretime etkisi vardır.

Benim bu konudaki bir türlü azalamayan heyecanımın ve büyüyemeyen çocukluğumun farkında olan eşim, bana eşsiz bir doğum günü hediyesi verdi, müzeye tekrar bir ziyaret planlayarak.

Parçalanmış ve doğuda kalarak Bizans ismini almış kısmını ele geçirip, ortaçağa son verenler olarak her vesile ile böbürlenen biz Osmanlı torunları, Roma İmparatorluğunun  yüzyıllardır büyük bir özen ile korunmuş olan merkezini görünce, yüzleştiğimiz ironi kendisini çivi gibi kafamıza saplamadan durmuyor.

Fethederek karanlık ortaçağa son verdiğimiz İstanbul’un,  fethedilenin merkezi Roma ile kıyaslandığında; temizlik, yeşillik, tarihi dokunun korunması, sanat ve mirasına saygı konularında ne kadar geride kaldığını, üzgün ama daha çok bir insan olarak mahcup bir şekilde yaşamak çok gurur kırıcı. Bu mahcubiyetten kurtulmadan Roma’dan keyif almak da çok zor.

Nedenleri ile ilgili yüzlerce sayfa yazı yazabilir olmam, yazmamamı sağlıyor. Çünkü bu satırların okuyucusu olan hemen herkesin kendine göre bir “yüz sayfasının” olduğunu biliyorum.

“Neden bir şehrin ortasında yeşil alan olması gerekir ?” diye düşünenlerin ve şehrin ortasına sıkışıp kalmış küçücük bir parkı koruyabilmek için seferber olanların üzerine biber gazı sıkanların yolları Roma’ya düştüğünde, Alfredo Restoranının makarnalarını elle yerken fotoğraf çektirmek yerine; hemen 500 m. yakınındaki Park Bourgese’ye gitmemiş olmaları, olası tüm sorularımızı kendiliğinden cevaplıyor.

Gian Lorenzo Bernini (1598-1680)

Gian Lorenzo Bernini (1598-1680)

Yukarıda bahsettiğim mahcubiyetin boyutlarını bu haliyle bir kenara bırakıyorum, Gian Lorenzo Bernini buluşmamın tadını doyasıya çıkartabilmek için.

Beni her buluşmamızda binlerce kez şaşkınlığa iten Bernini’nin, eserlerinin büyük ve önemli bir kısmına (aslında çoğu ilk 25-30 yaşında yaptıklarından oluşan) ev sahipliği yapan müzeye ulaşabilmek için bu eşsiz parkı adımlarken, yüzlerce yıldır korunmuş kaldırım taşları ve yolları etrafından dolaştıran asırlık ağaçlar ile göz göze gelme korkusu ile sıyrıldık mahcubiyetimizden.

IMG_5237.JPG

Daha önce görmemiştim o heykeli. Bu sefer rehberimiz henüz ilk salonda tanıştırdı bizi, bu Bernini kompozisyonu ile. Parkın içerisinden yürürken yaşadığım hüzün mü neden oldu bilmiyorum ama bir süre uzaklaşamadım karşısından, onu 15-16 yaşlarında yaptığını öğrendiğim zaman.

Bu heykelin (The Goat Amalthea with the Infant Jupiter and a Faun) Bernini’nin bilinen ilk heykeli olmasının ve henüz çocuk sayılacak bir yaşta iken yapmış olmasının ardındaki gerçeği bulmaya çalışırken, sanırım onun en büyük şansı olan detay ile tanıştım.

Roma’nın en büyük sanatçısı olan Bernini, babasının atölyesinde tanışmıştı kalem, çekiç ve mermer ile.

 

Fontana della Barcaccia

Fontana della Barcaccia

Babası Pietro Bernini, Roma’ya gidenlerin keyifle oturdukları İspanyol merdivenlerinin tam altındaki Fontana della Barcaccia (Eski Kayık Çeşmesi)ni yapan heykeltıraş. Tam doğduğu sene taşan Teber nehrinin şehirde bıraktığı etkileri hatırlatması için yapılmış olan bu çeşmenin güzelliği bir çocuk için eşsiz bir ilham kaynağı olmalı. (Ayrıca bu çeşmenin suyunun Roma’nın tüm çeşme suları gibi içilebilir olduğu bilgisini alınca, bir İstanbullu olarak şehre hayranlık ve kıskançlığın artmaması da mümkün değil.)

Eserleri karşısında hayran kaldığım Bernini’nin henüz bir çocukken yaptığı heykelin kusursuzluğu, işte ancak "sanatçı"nın bu kadar değerli olduğu bir ortamda doğup yaşamış ve onun eline mermeri çocukken verecek bir babaya sahip olması ile açıklanmaya başlıyordu.

Roma’nın neredeyse tüm sanat dokusuna dokunmayı başaran Bernini’nin babasının, başka bir mesleğe sahip olması durumunda biz belki kendisini tanımıyor veya Roma’dan bu kadar keyif almıyor olacaktır. Veya belki de milyonlarca kişinin okuduğu Dan Brown klasiği olan "Melekler ve Şeytanlar" kitabı konusuz kalacaktı.

Müzenin (Galleria Bourgese) giriş biletinin aylar önceden alınıyor olması, onun yeteneğini tek başına anlatmaya yetmiyor. Onun eserlerini görünceye kadar bir heykel karşısında 5-10 saniyeden fazla kalamamış bir kişi iken ben, onları özleyen bir hale gelebiliyorsam eğer, Bernini’nin sanatının değeri benim için çok yükseliyor.

 

Müzenin içinde yer alan 4-5 heykeli, onlara tutku ile bağlanma nedeni olabiliyor. Turdaşımız bir Amerikalı bayan, 5. kez geldiğini söylerken, ilk kez görüyormuş heyecanı ile beni hiç şaşırtmıyordu.

Pietro Bernini

Pietro Bernini

O gün Pietro-Gian Lorenzo Bernini’ler ile tanıştığım baba-oğul ilişkisi, beni ister istemez, bir babanın “çocuklarına bırakacak bir sanatının, becerisinin veya tecrübesinin” olmaması durumuna cevap arar hale getirdi. Sporcular, sanatçılar, zanaatkarlar veya tüccarlar, çiftçiler, balıkçılar mesleklerini devredilebiliyorken, mühendisliğin, avukatlığın veya doktorluğun aileden çocuğa taşınamadığını düşününce cevabı yanlış yerde aradığımı fark ettim.

 

Haliyle ilk soruyu kendime sordum. Neyi devir aldığımı anlamaya gayret edince, cevabı hemen buluverdim.

Bana babam, kendi babasından aldığı adalet, özgürlük, barış ve koşulsuz insan sevgisinden oluşan değerleri teslim ediyordu çocukluğumdan başlayarak. “Olmazsa olmazım” olmuş bu değerleri, ben de kendi çocuklarıma iletiyor olmalıydım. İletecek bir sanat, bir meslek veya bir yetenek yoksa, işte bu altyapı yani değer seti, çok iş yapar diye düşünmeye başladım müzenin çıkışında. Üzerimde taşıdığım mahcubiyet ceketini, müzenin kapısında usulca yere bırakıp, bu değerleri üzerime giyerek yürüdüm Park Bourgese’yi dönüş yolumda. Bir anda adımlarımın daha istekli ve kararlı olduğunu fark ediyordum, hani verseler o anda elime bir mermer ve çekiç, yapabilecektim dostluğun, kardeşliğin, hürriyetin ve barışın heykelini.

Ne Davut, ne Pluto ve Proserpina, ne de Daphne heykelleri ile yarışacak, kalıcı bir eser mümkün olamazdı kendi yetenek imkanlarımda. Ama bana emanet edilen değerleri koruyup kendi çocuklarıma teslim etmek kalıcılık adına çok daha güçlü görünmeye başladı gözüme.

Tüm davranışlarımızın, düşünce ve duygular üzerinde yükseliyor olduğunu düşününce ister istemez hepsini altına “değerleri” koyuyorum. Kişisel davranışlarımızın, sağlıklı düşüncelerden, olumlu duygulardan ve en temelinde de güçlü değerlerden dayanak aldığını unutmadan atılabilecek o kadar çok adım, kat edilebilecek o kadar yol var ki…

IMG_5259.JPG

Bernini yine yaptı yapacağını. 16 yaşındaki heykeli ile bu sefer, bana çocuklarıma ne tür bir “baş etme” becerisi bırakabileceğimi buldurarak. Parkın içerisindeki binlerce ağaçtan bir tanesi gibi tüm yaşamı boyunca dimdik, gerekiyorsa tek başına ve tüm gücü ile bulutları kucaklamaya yönelmiş gibi direnmeli, hayatın yoldan çıkarıcılığına. Tek cephaneleri ise onlara ileteceğim değerler olmalı...

 

Not: Bu yazı bir anlamda "Proserpina'nın Gözyaşları" başlıklı yazımın devamı sayılabilir...