En kuvvetli bağın peşinde ...

IMG_4926 copy.JPG

Ayakkabımı bağlamayı öğrendiğimde 9, kravatımı bağlamayı öğrendiğimde ise 11 yaşındaydım. Onu ise 44 yaşımda iken öğrenebildim. Bir taraftan deneyimlediğim keyfin tarifini yapmakta zorlanırken ve neden o yaşa kadar geciktiğimi anlamaya çalışırken, bir taraftan da onsuz geçirdiğim zamanlara hayıflanıyordum.

Bu keyif; nefes almak, yürümek, uyumak ve dinlenmek kadar doğal; çalışmak, hak etmek, kazanmak, bulmak ve korumak kadar insanca bir tutkuya dönüşebiliyordu. Başka hiçbir şeye bir türlü benzemiyor; paylaştıkça çoğalıyor, seyreldikçe kabarıyor, azaldıkça değerleniyor, hayal ettikçe yakalanıyor ve kaçarken kavuşuluyordu.

Onun yarattığı bağımlılık ve dolayısı ile bağlılık günlerinde tanıştım kendisi ile, gücünü yüzyıllar öncesinden (belki Cenevizli denizcilerden) gelen adından alan bir metafor oluverdi.

Bana ilk yapılan tavsiyenin ve belki de dersin  konusu idi kendisi… “Bu işi güvenle yapacaksan, ilk onu öğreneceksin” demişti kaptan… “Bu işe bağlanacaksan, onsuz olmaz”… “Bu işi kavrayacaksa bedenin, ilk onu öğreneceksin yük altında zorlanmamak için”…

Bilemedim, hafife aldım ilk başlarda gücünü. Anlatılanları abartılı buldum…

Ama meğer gerçekten onsuz olmuyormuş… Tutkunun en sağlam bağı, tanımlanamaz güçlerin baş edicisi… İzbarço

Boşta olan bir halatın, bir yere sağlamca ama çok sağlamca tutunabilmesinin en kolay yolu idi kendisi. Aynı zamanda o halatın ucunun, kaymayan, bozulmayan yapıda halkalanmasını ve böylece hem güvenlik ve hem de kurtarma amaçlı kullanılabilmesini de sağlıyordu.

İngilizler ona Bowline ismini takmışlar, biz ise İzbarço… Tek başına, oluşturduğu metafordan uzaklaştığında son derece yalnız ve az. Kendi halinde, gariban bir düğüm.

Ama o düğümün ve bağın nasıl atıldığını düşünmeye başlayınca bir anda o, senin için bir yere gitmek için yola çıktığın gemin, kayığın veya yelkenin olmaya başlıyor. Burnuna gelen deniz kokusu, kulağına gelen rüzgar ve dalga sesi, damağındaki tuz tadında payı var.

Belki de bunun için “ilk bunu öğrenmelisin!” boş yere söylenmemişti. Onun hakkını verince, gerisi kolaylaşıyor zira.

Yelken yapmayı bir tutku haline getirmeden öncesi ile sonrası arasındaki en büyük anlamı bir başına ifade ediyordu… İzbarço… Boşta dolanan bir halatın, bir yere sağlamca ve hiçbir güç altında çözülmeden tutunabilmesini ve yine kendi bedenine, ondan güç alarak bağlanmasını simgeleştiriyordu. İzbarço, yelkene bağlanmanın ifadesi oluyordu, farkına bile varmadan hayata bağlayarak.

Bu kadar anlattıktan sonra bu bağı size anlatmalıyım, bilenlerin hoşgörüsüne sığınarak… Hak vereceksiniz bana.

 

Denizcilik üzerine yazılı kaynak azlığına isyan edercesine yazılmış olan ve ilk kez 1944 yılında basılan “Düğümler/Bağlar” kitabı, (The Arshley Book of Knots) bu konudaki en değerli kaynak olmakla birlikte, İzbarçoyu (Bowline) herkes kendi bildiği şekli ile atmayı önemsemektedir. Zira bu düğümün doğru atılmasından çok, zamanında ve hızlıca atılmasını önemser iyi denizciler. Kitabın verdiği bilgilere göre, İzbarço kullanımı antik Mısır’a kadar gidiyor olma ihtimaline karşın, ilk kez John Smith’in 17yy da yazdığı denizcilik günlüklerinde kendisinden bahsediliyor. John Smith bu bağın; geminin yelkenleri yırtılıp, direkleri devrilmeden çözülmeyeceğini söylüyor.

700 sayfalık bu kitaptaki 3800 düğümden sadece bir tanesi olan izbarço, bu sayı kalabalığının içerisinde çok sıradanlaşabilir. Bu nedenle bu bağı aşağıdaki hikayesi ile tanıtmak istiyorum. İngilizler çocuklara öğretirken bu hikayeyi kullanıyorlar. 

The rabbit comes out of its hole (Deliğinden bir tavşan çıkar),

Then it turns around a tree. (Bir ağacın etrafından dolaşır)

Suddenly runs back down its hole (Hemen deliğine geri kaçar)

 

Ruhumun; bu bağı gidip teknede kendisini bağlamak için kullandığını öğrendiğimde onu daha çok sevdim ve kullandım. Evet, tam da “boşta dolanan bir halatın, bir yere sağlamca ve hiçbir güç altında çözülmeden tutunabilmesini” ve “yine kendi bedenine, ondan güç alarak bağlanmasını“ simgeleştiriyordu.

Hayatın zaman zaman rutinlerinin dışına çıkıp bulduklarımıza bağlanınca, normalde boş kalan uçlarımızın ne kadar çok yük taşıyabileceğini görmenin bir simgesidir İzbarço.

Bakıp da görmediğimiz o kadar çok şey var ki bize gösterdiği onun, sanki sadece görecek gözler ile donanmamız gerekiyor.

Bir ay önce, bir arkadaşımın yelkenlisini Türkiye’ye getirmek için Fransa’dan yola çıktık ve 2,5 hafta süre ile hiç görmediğim coğrafya, yer ve adalara hayret ve hayranlık içinde düştüm,  kalktım. Öyle birkaç yer gördüm ki, eşimle tekrar gitmek için plan yapmaya başladım bile.  İzbarço düğümünü bilmesem, Korsika’nın güneyindeki sihirli Bonifacio kasabası, beni belki de bu kadar geriye çağırmayacaktı. Ruhum, izbarçom, orada bir iskeleye dolanıp kaldı.

Bonifacio - Corsica

Bonifacio - Corsica

Bu bağ hayatta bildiğimiz hiçbir bağa benzemiyor. İnsanı sadece kendisine ve kendisi için çok değerli olan şeylere bağlıyor ve hiçbir güç altında çözülmüyor. Belki bu haliyle, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik bağlarından çok farklı. Bu farkı, gidip orada bulduklarına, keşfettiklerine ve hatırladıklarına “bağlanmak” yaratıyor besbelli.

Tie_Yourself_To_The_Mast_by_ChrisRawlins.jpg

İzbarço, seni yaşamın rutinleri içinde ihmal ettiğin veya her ne nedenle olursa olsun zayıflatılan değerlerine ve vazgeçilmezlerine tekrar bağlıyor, sımsıkı. O bağı bitirdiğinde görüyorsun ki, sen özgürlük, adalet, kardeşlik, barış düşkünlüğünle, hoşgörü ve insanlık sevginle varsın ve bunlara bağlandığında hiç bir güç altında çözülmeyecek kadar güçlüsün.

Değerlerinizi, sizi siz ve insan yapanları, zorlamalar karşısında çözülmeyecek şekilde kendinize bağlayabileceğiniz fırsatlar diliyorum. Bazen sadece bakmasını bilmek yetiyor. Görünce bulduklarınıza, bulunca gücüne şaşıracaksınız...

Atın korkmadan düğümü, bağlayın tüm değerlerinizi kendinize sımsıkı.. “Alayına İzparço !..” çığlıkları ile...