Varsın Çamurdan Olsun...

121122926.jpg


Çamur ile başlayan, bir iç savaşın içinden geçen ve özgürlük ile sonuçlanan bir hikaye yazacağımı hiç düşünmezdim. Çünkü bütün iç savaşları sonunda yıkım, çöküntü ve yokluğun beklediğini biliyorum.

Benim hikaye olarak düzene sokacağım konu da aslında belki, bir iç savaştan özgürlük damıtabilmek gayreti olacak. İnsanlığın en kutsal ve en vazgeçilmez değeri olan “özgürlüğe” olan koşulsuz sadakatim de, bu konuda yapacağım alegorik egzersiz konusunda beni ister istemez daha fazla heyecanlandırıyor.

Kuşkusuz, bir çok savaşın içerisinde "özgürlük", en azından bir tarafın  hedefi olarak yaşayabilmektedir. Bu hikayenin farkı, “özgürlüğü” savaşın hem galibine ve hem de mağlubuna tattırmış olmasındadır. Bir adım daha ileriye gideyim, bu savaşın sonu, dünyadaki tüm insanları özgürlük duygusu ile buluşturmayı başarmış ve üzerinden geçen yaklaşık 180 sene sonra bile etkisini hiç eksiltmeden sürmektedir, her gün ve her dakika bizimle birlikte. 

Hikaye 1848 senesinde Amerika’da başlıyor... Yani Amerikan iç Savaşından 23 yıl önce. ..

John Sutter

John Sutter

1848 senesinde birkaç yüz kişinin yaşadığı ve Batı Amerika’nın yerlilerinden kopartılıp alınan doğal kaynakları üzerine çöreklenen Avrupalılar tarafından sömürülmeye başlanan Kaliforniya ve San Francisco civarındayız. İsviçre’den bu sömürü için gelip, Amerikan nehri civarına yerleşerek (bugün Sacramento olarak bilinen) koloniyi kuran John Sutter  yaşam tarzlarımız için önemli katkılarda bulunacağını, yapacağı kalenin sedirlerini kesmek için adamlarına Amerikan Nehrinin akıntısı ile çalışan bir testere yapmalarını istediği zaman, elbette ki bilmiyordu.  Marangoz yardımcı James Marshall suyun içinde parlayan cisme uzandığı gün, başlıyor hikayemiz. 

İlk altın ve James Marshall

İlk altın ve James Marshall

Marshall elini sudan çıkarttığında avucunun içinde gördüğü şey bir sonraki 30-40 seneyi belirleyecek ve belki de Amerikan İç savaşına ve patronu John Sutter’ın tüm arazisinin yağmalanmasına neden olacaktı. 

Bunu tahmin etmiş olacaklar ki, önce saklamaya çalışmışlardı. Ama 1-2 ay geçtikten sonra, neredeyse tüm Amerika kıtası ve Avrupa, o nehirde altın bulunduğunu öğrenmiş olacaktı. Çok değil sonraki 4-5 aylık sürede bölgenin nüfusu 300,000 kişi artacak ve tarihte “Altına Hücum” olarak bildiğimiz ve karşılıksız/emeksiz kazanç genleri ile harekete geçen insanoğlunun vahşi batı serüveni tetiklenecekti. Derelerden akan zenginlik hayali peşinde bulabildikleri tüm vasıtalar ile batıya akın edenler, sonraki yıllarda Kuzey Amerika’nın tüm ekonomik dengesini alt üst edecek, sadece yaratacağı yeni zenginlerle değil mobilize olan işgücü ve azgınlaşan sömürü sistemi ile de bir anlamda Amerikan iç savaşının tohumlarına su taşıyacaktı.

Abraham Lincoln başkan seçildiği zaman köleliğin kaldırılacağı korkusu etrafında birleşen ve bağımsızlıklarını ilan eden Konfederasyon, tüm beyaz işsizlerin batıya, altına hücum ettiği yıllarda tarım çiftliklerinde çalıştıracakları köleleri kaybetmek istemeyen arazi sahipleri tarafından savaşa sokulacaklardı. Bu savaşın sonunu ve sonuçlarını biliyoruz. Köleliğin sona ermesini sağladığı için ilk “özgürlük nişanını” deredeki ilk altını bulan James Marshall’a veriyoruz..

Benim bulduğum ve tüm insanlığı kucaklayan “özgürlük” hikayesi aynı yıllarda ama farklı bir kanaldan besleniyor. 

İkinci ve daha önemli olan bu kahramanın adı Levi Strauss

Levi Strauss

Levi Strauss

Levi, 1846 senesinde babasının ölümü üzerine Amerika’ya göç eden ve orada ticaret yapmaya başlayan bir Alman. Amerika’ya ayak basmasının hemen arkasından başlayan “Altına Hücum” furyası ile birlikte o da kendisini San Francisco’ya atıyor. Kendisini çok zengin yapacak olan şey, altınla değil altın için çalışanlarla ilgili olacaktı. Zaten bir rivayete göre, Altına hücum döneminin bir çok zengini, altın bulanlar arasından değil; onlara süzgeç, kürek, kazma, çadır, tahta ve gıda satanlar arasından çıkmış. 

download-1.jpg

Levi’nin şansı, altıncılara hırdavat satışları yaparken aldığı bir mektup ile değişiyor. Jacob Davis adında bir terzi, dayanıklı pantolon dikmek için dikiş yerlerine perçin yerleştirme konusunda üretim ve patent başvurusu yapmak için kendisine ticari bir ortak olarak Levi’nin desteğini istiyor.  Bu perçinler sayesinde dikiş ve ek yerlerinin daha dayanıklı olduğunu öneren bu mektup, Levi’yi altıncıların büyük ihtiyacı olan hem yumuşak ve hem de dayanıklı pantolon üretme konusuna yönlendiriyor ve Jacob ile ortaklık kuruyorlar.  Uzun denemeler ve araştırmalar sonrasında maviye boyayarak ürettikleri perçinli pantolon için 1873 senesinde patenti alıyorlar ve Blue Jeans’i doğuruyorlar. 

kot.png

Defalarca yıkanmaya dayanabilecek olan ve en ucuz ketenin Hindistan’dan getirtilen ve kök boyalardan daha ucuz olan mavi taş boyalar ile boyanması suretiyle keşfedilmiş olması en büyük özelliği olacaktı. Üstelik bu boyanın her yıkamada biraz salınması ve pantolonun sahibi için biraz daha yumuşaması da onun en büyük tercih nedeni olacaktı. O tarihlerde, tüm madenci ve altın arayıcıları için bir Blue Jeans, kazma-kürek ve elek kadar önemli hale gelirken, bu pantolonların ünlenmesini de sağlamış olacaktı.

 

İşte 150 sene sonra bile tüm dünyanın tercih ettiği ve kendisini en “özgür” giyim tarzı olarak kabul ettirilen kıyafetin hikayesi. Hepimizin aklına, belki şort dışında, en serbest ve rahat kıyafet olarak ilk gelen Blue Jeans’in sırrı. Altın arayıcıların çamurunun içinden bize kadar gelen özgürlük. 

Ne istiyorsan onu giy..!” ortamının vazgeçilmez tercihi, her yaştan ve her milletten insanların ilk kıyafet tercihi... İnsanların, pasif özgürlük gösterilerinin ayrılmazı olan Blue Jeans, ya da kısaca dilimizin kot pantolonu. 

f7a32e_9ac0becf552145569acfbefcc3c639d8.jpg

En özgür, en kolay, en yakışan, en rahat, en sınıfsız, en mesafesiz, en paylaşımcı. Bazen en giyinik, bazen en çıplak... Ama tek ve en özgür kıyafet. 

Şimdi lütfen, kotlarınıza sadece bir kıyafet olarak bakmaktan vazgeçin, çünkü o dünyada el emeği ile çalışanlar için üretilmiş ve yaşayan tek simgedir. O özgürlüğün üniforması, özgür olabilmenin manifestosudur.

Bir daha ayaklarınıza kotunuz çekerken, yüzünüze engellenemez özgürlüğünüzün hafif tebessümünü de giydirin ve Levi Strauss ile  sudaki sarı metale elini uzatan marangoz James Marshall’a şükranlarınızı sunun. Yaşamakta olduğumuz özgürlük hissine sebep oldukları için....